Yatağımın altında Dev Genç dergileri ve Nazım Hikmet şiirleri bulununca, sonu okuldan atılmama varacak süreç de başlamış oldu. “Biz vücudu kurtarmak için kolu keseriz” dedi Türk İslam sentezci matematik öğretmenimiz, “Senin gibilerinin dilini kopartırız” dedi Necip Fazıl hayranı tarih öğretmenimiz. Mahzunluğumu gördükçe daha da mağrur oldular, hayatımın bir yılını çerez gibi yiyip beni kapıya koydular.


Türkiye geneli sınavla ilk 300 öğrencinin alındığı okulumdan atılıp, Bursa’da düz devlet lisesine başladım. Bu yeni okuldan nefret ediyor ve için için küçümsüyordum, buradaki öğrencilerin eski arkadaşlarımın bilgi ve zekâ seviyesinin çok altında olduğunu düşünüyordum. Yaşam enerjim bütünüyle kayboldu. Okuldan eve, evden okula gidiyordum. Zombi gibiydim. İstanbul’da bir üniversiteye girmekten başka hiçbir hedefim yoktu. Dönem dönem moda olan şiirler bu yenik ruh halimi besliyordu. Steinbeck’in Bitmeyen Kavga’sının son sayfasındaki boşluğa haksızlık edip şöyle yazmıştım: “Bu okul benim değil, beni öldürmek isteyenlerin okulu.”

***

Fen Lisesi’nden atılma başarısını göstermiş bir öğrenci olarak okuldaki kötü çocukların hemen dikkatini çektim. Sigara içilen arka avluya öğretmenler gelmezdi ve kavgalar da bu avluda yapılırdı. Davetlere ister istemez icabet ediyor ve her seferinde bir temiz sopa yiyordum. Benim gibi yalnız birinin aynı zamanda dik kafalı olması kabul edilebilir bir şey değildi. Ya başımı eğip bir klanın üyesi olmalıydım veya “adam olana dek” dövülmeliydim. Bu baskılardan beni kurtaracak kimse yoktu, ne bir arkadaş grubum, ne de bir abim vardı. Ciddi bir durumda müdürün yakasına yapışıp beni koruyacak bir babam bile yoktu. Okul avlusuna bırakılmış yetim bir liseliydim.

Üniversiteyi kazandığımı öğrendiğim anda gothrock kasetlerimi dinlemez oldum, Joy Division, Bauhaus ve The Sisters of Mercy dolabın en diplerine gitti. Anthrax ve Pantera bir anda yükseldi. Önce iki elle, sonra filmlerdeki gibi tek elle şınav çekmeye başladım. Günışığı testesteronlarımı coşturuyor, ciğerlerimi zorladıkça göğsüm kabarıyor, kollarım inanılmaz bir hızla şişiyordu.

***

İstanbul’da beni Fen Lisesi’nden arkadaşlarım karşıladı, Dante gibi ortasındaydım cennetin. Müzik dinliyor, dans ediyor ve spor yapıyorduk; Bebek’ten Kuzey’e koşarak çıkmak, bisikletle Büyükçekmece’ye gidip denize girmek, haltere bugün iki beşlik daha eklemek.

Hayatımın en mutlu sahnelerinden biri: Sarıyer’in tepesindeki Maden Mahallesi’nde bir ev partisi, biralar bitmiş. Erdem’le Sarıyer’e iniyoruz ve kırk şişe tombul bira alıyoruz. Ellerimizde bira dolu torbalar, dimdik bayırdan yukarı çıkarken hem koşuyoruz, hem dönüyoruz, hem de kahkahalar atıyoruz.
Üniversitede arkadaşlarıma düz lisede yaşadığım esaret dönemini Soljenitsin tarzıyla anlatırdım. Bir gün Erdem sözümü kesti. “Burada o yavşaklardan yok mu sanıyorsun?” dedi. Bir an durdum. Erdem’in sorusu mantıklıydı ama burada o tanıma uyacak birini hiç görmemiştim. Kimse benimle kavga etmiyor, kimse beni arka avluya çağırmıyor, kimse varlığımdan ötürü beni suçlamıyordu; burası beni öldürmek isteyenlerin okulu değildi, benim okulumdu…

***

“Hayır,” dedi Erdem. “Bence gittiğin düz liseye haksızlık ediyor ve burayı da gereğinden fazla güzelliyorsun. Her yer aynı. Her yerde güce tapan, güçsüzü ezen berbat insanlar var. Değişen tek şey sensin. Artık kimse senle kolay kolay kavga edemez, çünkü sana dayak atabilecekleri garanti değil. Ayrıca artık ben varım, biz varız, sana kötülük yapmak isteyenler, karşısında hepimizi bulur. Faşistlerin aklı yoktur ama burunları vardır; gücün ve güçsüzlüğün kokusunu çok iyi alırlar.”

Kıssadan hisse: Mor ve Ötesi bu hafta nefis bir albüm çıkardı, Dünyaya Bedel, Forsa, Park, marş gibi olmuş. Ezhel bugünlerde stüdyodaymış, çocuk büyüdü artık Aylin Aslım da bir iki şarkı yapar sanki. Sezen’in şiiri de yakıyor ortalığı. Ece’nin kitabı cuk olmuş, Sus Barbatus’un üçüncü cildi çıktı, Demirtaş bugün de gülümsemeyi bırakmadı… Mersin’de belediye ekmeği 1 liradan satıyor, Adana’da Derman Ekipleri yoksul mahallelerinden çıkmıyor, İzmir’in köylerine bu ara gittiniz mi, hepsinin selamı var… Ve Ankara’da binlerce aile bu soğukta üşümeden yatıyor, Sultanbeyli’de, Esenler’de, Esenyurt’ta kafalar bir bir değişiyor.
Şimdi birbirimizi hor görüp, yalnızlar kalabalığı oluşturma zamanı değil, arka avluda dayak yeme zamanı hiç değil. Şimdi her zamankinden daha büyük tutkuyla: Sevmek zamanı.

Halkımızla kucaklaşmaya devam edelim, dayanışmayı hiç bırakmayalım, şarkı söyleyip bolca koşalım, özü öze bağlayalım, bir olalım, pir olalım. Melamet gömleğini biçelim ki, arif olup giyen gelsin.