2008 Eylülü’nün sonlarında çocukluk aşkı Beşiktaş’ın başına geçme fırsatı doğmuştu O’na. Ertuğrul Sağlam’ın istifaya itilişi her

2008 Eylülü’nün sonlarında çocukluk aşkı Beşiktaş’ın başına geçme fırsatı doğmuştu O’na. Ertuğrul Sağlam’ın istifaya itilişi her ne kadar benim için üzücü ve sevimsiz olduysa, Mustafa Hoca’nın gelişi de o denli sevindiriciydi.
Alpay’ın “Eylül’de Gel” şarkısına nazire edercesine eylül yağmurları biter bitmez, ekim başında girmişti staddan içeriye. Herkes temkinli o ise iddialıydı. Diğerleri ‘makara’ peşindeydi, o ise ‘kâhin’lik! “26. haftayı bekleyin” derken yüzündeki emin ifade birçoğumuzu rahatlatıyor, umut günden güne artıyor, takım üst sıralara doğru çıkıyordu. Maç öncesi ve sonrası beyanatları bile kaliteliydi. Öyle hakeme saldırmalar, futbolcuyu ensesinden tutup sarsmalar, el kol hareketleri yoktu karakterinde. Çocukluk aşkının getirdiği iddia, efendilik, siyah beyaz bir yürek vardı.
Sevmeyeni de çoktu elbette. Futbol alimleri ve hocaları “şurada, şunu oynatsa” demekten yılmadılar hiçbir zaman. Serdar Özkan’a kafayı takan ‘tip’ler, bu işi sanırım çok iyi biliyorlardı! Galatasaray ise onlara göre ‘keriz’di, ki Serdar’ı transfer ettiler. Hep bir ağızdan “oh kurtulduk” nidaları! Neyse, bu konu uzun, ben Mustafa Hoca’ya dönmek istiyorum.
Hafta sonu yollardayken arada bir aklıma geldi bu mevzu. Bir karın ağrısı ve huzursuzluk, bir sahipsizlik hissettim. Futbolcular tarafından sevilen bir ‘baba’ gibi, benim için de, bana güven veren o havasıyla, Mustafa Denizli’nin gidişi, tat bırakmadı damağımda.
Gelmek zamanı gelmişti, gitmek zamanı gitti kimine göre. Altında anlamlar aramak, bu gidişe bir şeyler yüklemek ne derece doğru bilmiyorum. Türkiye’de astronomik transferlerle futbol takımı da kursanız ligi domine edip, alıp götüremezsiniz. İç ve dış etkenler buna bugüne değin izin vermedi. Dünyanın en iyi teknik direktörlerini getirseniz de daha bazıları tarafından yeni yetme denen Ertuğrul Sağlam gibi hocalar karşısında boynu bükük ayrılabilirsiniz. İşte endüstriyel futbola bu denli sarılıp, kollayan, seven insan güruhlarının yenildiği nokta da budur. Unutmayın, para bazen hiçbir şeydir.
Mustafa Hoca’dan uzaklaşmamak lazım. Eski Açık’ın o deniz tarafından deniz melteminin püfür püfür estiği çoğu maçta, yedek kulübesine sırtını dayayan Mustafa Denizli artık yok. Birileri buna sevinse de, “Çeşme’de tatilini yapsın” dese de, tüm takımları bir bir ipe dizip iki kupa ile çıkagelen bir liderdi O. Makara çevirmek isteyenleri madara eden, kâhinlik taslayanlara öngörüleriyle ders veren, çamurla, yalanla değil de hesapla, planla, kitapla bu işlerin gayet de güzel olabildiğini gösteren bir adamdı.
Çoğu çokbilmiş arkadaşların “diğer takımlar bu kadar güçsüz olmasa, Beşiktaş şampiyon olamazdı” söylemleri uzay boşluğuna doğru yol almakta hâlâ. Veriler ise üç takımı da şampiyon yapmış tek adam gerçeğini gösteriyor. “Sistemsiz, plansız, ne oynattığı belli olmayan bir teknik adam” yaftasına ManU’yu İngiltere’de devirerek cevap veren bir usta O. Gerçi onda da “Manchester genç takımla çıkmasa, zor yenerdi Beşiktaş” diyenleri de hatırlıyor gibiyim. Bitmez bu iddialar, söylemler ülkemde…
Uzun lafın kısası, Mustafa Hoca’yı ben çok özleyeceğim. Gerçekten. Dedim ya, Eski Açık’tan bakınca, bizim yedek kulübesinin önünde öyle heybetli ve babacan görünüyordu ki… Artık kimi öyle göreceğiz kim bilir.
Gelmek zamanı geldi, sevmek zamanı gitti MD, güle güle…