Boğaziçi Starbucks Şenliği’ndeki tüm arkadaşlara!

Boğaziçi Starbucks Şenliği’ndeki tüm arkadaşlara!

Kimsin de beni hoş göreceksin, bu yukarıdan bakışın sebebi ne; aramızdaki fark nedir! Hoşgörü, midemi bulandırıyor. Aynı şekilde üç kelimenin birinde hani diyenleri; aynen öyle demeden konuşamayanları dinlemek korkunç. Yeni ‘emperyal’ Türkiye’nin saçma sapan özgüveni!

Yaratılanı, yaratandan ötürü sevenleri sevmiyorum. Sevmek için bahane aramak da lüzumsuz. Mevlana’nın sen gelmesen de olur diyebileceği kişiler de olmalı; her yaratılanı sevmek gerekmez. Asgari haklara saygı göster yeter. Hak varsa hoşgörüye, adalet varsa vicdana gerek yok, diyordu Horkheimer. Şu memlekette en çok adalet ve hak değil, gözü yaşlı vicdan ve cıvık hoşgörü kelimesi kullanılıyorsa bir sebebi olmalı.

Mehmet Baransu’yu hiç sevmiyorum. Vaktim olsa, değse, oturup Baransu’nun Bavulu diye kitap yazardım. Öyle bir hayal gücü gerektirir ki bu adam gibi olmak, tarif edilemez. Öncelikle üniversite üçüncü sınıfta defalarca çaktığım elektromanyetik teori dersinde uzman olmalısınızdır. Zira Mehmet Baransu, manyetizmayla helikopter düşürülebileceğine inanacak kadar Tesla’ya teşne bir arkadaştır; sevmiyorum. Hele son zamanlarda her spor programında onu görmek, hiç hoşlaşmadığım boş ve anlamsız spor programlarını daha da sevimsizleştirdi.

Misal, kapitalist sistemde kamuya ait olduğu varsayılan iradenin sermayeye devredilişi sürecinden faydalanarak İslamiyet etrafında alternatif bir ‘devlet’ kurmuş olan; “hizmet, hizmet” diye yanıp tutuşarak yerinde duramayan; ABD Irak’ta bozuk para gibi Müslüman harcarken rahat rahat orada ikamet etmeyi onuruna yedirebilen Fethullah Gülen’i, 23 Mart 2004’teki Zaman röportajından beri, başıma bir şey gelmeyecekse hiç sevmiyorum. İnsan öldüren teröristle, ateisti bir tutan Gülen’e, nereden verildiği belirsiz olan tuhaf din büyüklüğü bana itici geliyor. Ustinov, “fakirlerin savaşına terör, zenginlerin terörüne savaş denir” diyordu. Hadi diyelim insan öldüren kişiyi ateistle bir tutuyorsun; Sivas’ta 35 insanı öldürenler bir dine inanmıyor muydu! Zira aynı Gülen, adam öldürerek cennete gidilemeyeceğini de söylüyor. Bu durumda mesela, Behçet Aysan ile Metin Altıok’un katili olma ihtimali olan Vahit Kaynar, neden Polonya’da? Yoksa oralar da kendisine birileri tarafından cennet mi eylendi? Neden Türkiye’de yargılanamıyor bu şahıs? Neden biz yüzümüz bile kızarmadan Dersim’den özür dilerken Sivas Katliamı’nda zamanaşımından bahsediyoruz? Her ikisi de yeterince kötü değil mi? İnsanlık suçu, zamanı aşabilir mi? Zaman bunca kolay aşılabilecek şey mi?

Hem neden kimilerine göre Madımak Oteli’nde yangın olduğu kabul görürken söz konusu yangının kimin tarafından çıkartıldığı sürekli belirsiz kalıyor? Neden ağababaları Demirel’in “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” dediği sağcılar, Başbağlar’ı ‘katliam’ ilan edip Madımak’ı provokasyon olarak tanımlıyor. Bu ince provokasyonu Ergenekon’a yükleyen var. Hal böyle olunca, misal, neden bir gün Ergenekon’dan içerde yatan Ahmet Şık da Sivas’ta insan yakan katillerden biri olarak düşünülmesin. Düşünülür, burası Türkiye! Gerçi iyi akıl yürütüyorsun da kayıt var canım arkadaşım. Görüyoruz kayıtta, izliyoruz. Fotoğraf var. Fotoğraf, somut gerçekliğin biçimlerinden biri değil mi? Orada düpedüz insanları yakıyorlar.

Cüneyt Özdemir’i pek sevmiyorum. Samimiyetsiz! Beyefendi, 3 Temmuz 1993 günü bölgenin belediye başkanı olan Temel Karamollaoğlu’nu televizyona çıkardı geçtiğimiz hafta, Bay Temel, “orada insanlar yanmadı, dumandan zehirlenerek öldü” diyerek pişkin pişkin acımızla dalga geçti. Yine aklanamadı. Ne kadar aklanmak istese tarih hatırlar, zaman geri dönüp ateşi yüzlerine vurur.

Gözümün önünde hepsi. Orta sona giden bir çocuktum, Aziz Nesin’in ‘Şimdiki Çocuklar Harika’ kitabını çok seviyordum, yeni yeni şiir okuruydum ve kara kalabalık bir oteli yakıyordu. Orada ölen şairler, ozanlar vardı. Yakarken bağırıyorlardı. Zaman gazetesinin usta kalemi Ahmet Turan Alkan’ın bir yazısında “abim”[i] diye seslendiği Cafer Erçakmak da oralarda dolaşıyordu. Yangın merdiveninin başındaydı. Hepsinin içi kötülükle dolmuş, sevmiyorum bu insanları! İnandıkları din bile hırslarını, kibirlerini, yalanlarını silip atamamış yüzlerinden. Yalancılar. Onların tarihi, bu coğrafyada işbirlikçiliğin tarihi.

Korkunç bir yer oldu bu ülke. Sivas katliamı katil zanlısı Erçakmak’ın kimliğini belirlemek için mezarından alınan DNA örneğini, adamın karısıyla karşılaştırabilecek gariplikte insanlar var. Kişinin DNA’sı eşiyle eş değildir efendiler! Gerçi Tübitak’ın Bilim Kurulu’na atanan Adnan Dalgakıran bile komünist yerine gomanist yazabilen, doktora yapan insanları tembel yerine koyan biriyse DNA’nın da bu biçim anlaşılması normal değil mi? Bilim Kurulu’na atadığı adamın bile ancak girişimciliğiyle övünebilen kötü insanlar! Finans üzerine kurdukları her şey, o kâğıt parçası aradan çekilince yıkılıp gidecektir. O vakte kadar hepiniz, her şeyinizle korkunçsunuz. Sevmiyorum sizi!

[i] http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=891584&title=ah-be-abim