Kısa bir bayram izninin ardından birlikteyiz

Kısa bir bayram izninin ardından birlikteyiz. Pek keyifli bir izin olmadı gerçi, ön jürisinde yer aldığım Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin uçurumun kenarından dönmesi, sinemayı seven herkesi de sarsmıştır mutlaka. Dile kolay, elli bir yıl! Gerçi Antalya favori festivalim olmamıştır hiç. İstanbul dışında Uçan Süpürge’yi, son yıllarda hiç gidemesem de Gezici Festival’i, hatta Adana Altın Koza’yı tercih ederim. Ama Antalya hakkında yazmak istemedim. Çünkü yaşlı bir onur üyesi olarak SİYAD’ın çalkalanışını dışarıdan izledim sayılır (gelişmeleri sonuna kadar izlesem de), diğer jüri üyeleri ve sinemacılarla paslaşmam olmadı. Bugün de kesinlik kazanmadığını düşündüğüm şeyler var. Ama bir sansürün söz konusu olduğuna hiç şüphe yok.

Üzücü, çünkü Türk Sineması’nı yarım yüzyılı aşkın süre sırtında taşımış bir festival, bir kerecik katıldığım (nasıl oldu, hatırlamıyorum) kortej bile yapılamadı bu yıl ki, Antalyalılar ne kadar severdi. Ben bütün bu tartışmalar başlamadan önce Elif’e dizlerim ve henüz bitmemiş kramp krizlerimden oluşan bir mazeret bildirmiştim. Adana’ya da aynı nedenle gidemedim. Filmekimi’ne gelince, yazmıştım daha önce. Hafta sonunda gidemesem de cuma tekrar seanslarında ‘İnsanları Seyreden Güvercin’i yakaladım, pek memnunum. ‘Boyhood’u da ikinci kere izledim, gene güzeldi.

Ama seyirciye selam gönderen sadece filmler değil. Bu sıralarda sergiler de bizi düşünüyor. İlki, Gökhan Akçura ile Müge Tüfenk küratörlüğünde hazırlanan ve 25 Eylül’de açılan İstanbul Modern’deki Yüzyıllık Aşk: Türkiye’de Sinema ve Seyirci İlişkisi sergisi ki, adıyla bile bize selam yolluyor. Seyircinin gözüyle bir araştırma sergisi. Türk Sineması’nın doğuşu olan 1914 yılından bugüne gelen 100 yıllık serüveni anlatıyor. Sinemayı yaşatan unsur olarak da, seyirciye odaklanıyor. Türkiye’de sinema olgusunu seyirci gözünden değerlendirmeyi amaçlıyor. Türkiye’nin ilk sinema salonlarından günümüzün festival sinemalarına kadar uzanan bu nostaljik sunumda, biletimizi alıp fuayeye geçiyoruz. Afişler var, fanatik hayranların özel koleksiyonlarından parçalar, gala fotoğrafları, imzalı fotoğraflar, her tür sinema belgesi ve objesi. Kendimizi sinemada hissediyoruz, hatta filmlerin unutulmaz şarkılarından birini seçip dinlerken, o filmdeki sahneyi de eşzamanlı olarak izleyebiliyorsunuz. Üstelik, çalışma için toparlanan yazılı ve görsel arşiv malzemeleri dijital platforma aktarılacağı için, sinema belleğimiz de koruma altında olacak. Bir kataloğun da eşlik ettiği sergi 4 Ocak’a kadar açık.

‘Bir Set Amirinin Gözünden Türk Sineması’ adlı sergi ise, Studis Çukurcuma’da açıldı. (Ben neresi olduğunu bir türlü anlamayınca arkadaşlar, “Masumiyet Müzesi’nin Sokağı” diye yardımcı oldular.) Bu sergi, Godzilla lakaplı Selahattin Geçgel’in 60 yıl boyunca biriktirdiği anılarından, kendi icadı olan sis makinası, set arkası fotoğraflarından oluşuyor. Sadece bunlar da değil: ‘Susuz Yaz’da kullanılan balta, Yılmaz Güney’in sette unuttuğu sigara ve Godzilla’ya bir Metin Erksan armağanı olan, Deniz Gezmiş’in avukatlarının hazırlamış olduğu ‘Görüşme Talebi Dilekçesi’ni de görebilirsiniz. Henüz gidemedim ama ilk fırsatta gideceğim, iki ay açık çünkü.

Ve şimdi de sıra geldi, pirimiz üstadımız, sevgili dostumuz, ağabeyimiz Giovanni Scognamillo’nun bu yılki ikinci sergisine: Beyoğlu’nun Kontu Giovanni Scognamillo’nun resimleri Selfestate’te! Daha önce de Levent taraflarında bir sergisi vardı da yerini bir türlü bulamamıştım. Google Map kullanabilen arkadaşlar sonunda vasıl olmuş. Giovanni, 7 yaşından beri zengin, renkli hayal âlemini yansıtan resimler yapıyor. Hep çizgi romancı olmak istemiş ama resimlerinin istediği kadar iyi olmadığına karar vermiş, yazar olmuş. Keşke o çizgi romanları da bizden esirgemeseymiş. Kitapları sayesinde aşina olduğumuz dünyasına böylece de misafir olurduk biraz.

Giovanni ile SİYAD ve FABİSAD derneklerinin üyesiyiz, bu sayede az da olsa birbirimizi görebiliyoruz. FABİSAD (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) olarak her yıl çeşitli dallarda, basılmış roman, basılmış-basılmamış hikâye, illustrasyonda GİO ödülleri veriyoruz. Bu yıl onlara kısa film de eklendi. Böylece bir yandan da, Giovanni’nin ilgilendiği dalları ödüllendirmiş oluyoruz. Bu da ödülümüze daha fazla değer kazandırıyor bence.

Demek istediğim, festivallere gitmesek de sinemamız var. Zaten sergiler de sinemaya, bu sefer özellikle bize, seyirciye selam yolluyor. Bundan âlâsı can sağlığı!