Bugün bir şey yazmayacağım mı ne?!. Evet, neden olmasın, BirGün’de 10 yıldır köşemdeyim hiç izin yapmadan. Bu da demektir ki, şöyle kırk yılın bir başı, örneğin bu pazar, “ne oluyor ne bitiyor”a aldırmadan, aval aval, sağıma soluma önüme arkama bakmadan oturabilirim evimde... Boş kafa istiyorum kendime artık bir güncük de olsa, boş kafa biraz... “O zaman düşünceyi boş ver de içinden geçenleri yaz!” diye dürtüyor şeytan. “Off ya, çok kötüsün şeytan!” Çünkü daha zorunu öneriyor, beni ateşlere atarak. “Bir ara ‘bilinç akımı tekniği’ne kafayı takmış, yana yakıla adamıştın yaşamını ona, nasıl unutuyorsun o günleri...” diyerek de dönüyor cehennemine....

Bilinç akışı, özellikle çağdaş romancıların yaşama karşılıklar anlamlar bulmak-yüklemek, yeni yorumlar getirmek için geliştirdikleri bir anlatım tekniği... Bu yöntem; “düşüncelerin hiç durmaksızın, belirli bir mantık sırasıyla bir sıraya konmadan belirtilmesi, sözdizimi ve uzun karmaşık görünen tümce kurallarına uyulmaksızın çeşitli bilinçsel canlandırmalara olanak tanıması” biçiminde tanımlanabilir olmasına karşın, ilgilenler için üzerine çokca okunacak eleştiri-yorumlar bulunmakta...

“Modernizimle birlikte romanın anlatımında insan gerçekliğini aracısız vermek amacıyla yeni bir teknik olarak kullanılmaya başlanan bilinç akışı karşımıza çıkmaktadır. Modern edebiyatın öncü yazarı James Joyce, Ulysses adlı romanında bu tekniğin ilk olgun örneklerini vermiştir” diyor Serdar Odacı, 2007 yılındaki Bilinç Akışı Tekniği doktora tezinin girişinde...

Dorothy Richardson, William Faulkner, Virginia Woolf, Samuel Beckett ve daha niceleri yanı sıra bu bağlamda ele alınacak önemli yazarlardan biri de Marcel Proust... Proust, Kayıp Zamanın İzinde romanında, bir madlen çikolatayı yerken o çikolatanın kokusundan çocukluğuna gider ve bütün Paris’i bu kokuyla dolaşır. Okur bu koku ve tatta “Vivonne nilüferlerini” ve “Combray’deki pazar sabahlarını” bulur...

Ve James Joyce...1000 sayfa, 265.000 sözcükten oluşan Ulysses, bilinç akışının en önemli örnekleri arasındadır. Okunmak için değil de sanki çalışılarak kavranabilen, bir Kafka’nın Dava’sı gibi üzerinde şimdilerde de yazılıp çizilen, Ulysses Sözlüğüyle okunması gereken bu baş yapıt şöyle biter virgülsüz noktasız: “(...)genç kızken ben de bir Dağ çiçeğiydim orada evet saçıma gülü Endülüslü kızların taktığı gibi takınca ya da kırmızı mı taksam evet ve nasıl öpmüştü beni Mağribi surunun altında ben de dedim ki bu da olur bir başkası daha iyi olacak değil ya sonra gözlerimle tekrar sormasını istedim evet sonra ister misin diye sordu evet ne olur evet de dağ çiçeğim dedi önce sarıldım ona evet ve onu kendime çektim göğüslerime dokunsun diye safi parfüm evet kalbi deliler gibi çarpıyordu evet dedim evet isterim Evet.” – Ulysses (çev. Armağan Ekici, Norgunk)

Bu ne ya, nerelerdeyim ben?! Ah şeytan ah, yine yapacağını yapıyor “yaz okumaları” veriyor bana, “yeniden çalış, yeniden” diye...