Ortadoğu büyük bir altüst oluş içinde. Tozu dumana katan bu hengâme içerisinde tabiri caizse kimin eli kimin cebinde belli değil. Kartlar yeni baştan dağıtılırken ittifaklar, saflaşmalar, cepheleşmeler iç içe geçmiş durumda.

Bölge yeni bir dizayna tabi tutulurken, “düşmanımın düşmanı dostumdur” en geçerli ilke. Öyle ki bir cephede karşı karşıya gelen aktörler, bir başka cephede yan yana düşebiliyor, birlikte yol alabiliyorlar.

Halihazırda değişmeyen tek şey ise IŞİD’in irili ufaklı tüm aktörlerin ortak düşmanı olması. Bütün projeksiyonlar da IŞİD sonrasına çevrilmiş durumda.


Ancak IŞİD sonrası bölgenin nasıl şekillendirileceği konusunda ciddi bir anlaşmazlık söz konusu. Ortadoğu’nun yarınını da belirleyecek olan bu post-IŞİD sürecine dair yerel, bölgesel, küresel aktörlerin farklı çıkarları, hesapları, ajandaları söz konusu.

Kapalı kapılar ardındaki hummalı pazarlıklar, çatışmalar bunun göstergesi. Yaşanan bu hegemonya ve paylaşım kavgasında taraflar bir taraftan pazarlık gücünü artırmak için hamle yapmaya çalışırken, diğer taraftan da rakiplerinin ve/veya düşmanlarının hamlelerini engelleme gayretinde. Etnik, dinsel, mezhepsel fay hatlarının harekete geçirildiği bu denklemde “reel politika” adı altında inşa edilen ve de savunulan ittifaklar bu döngünün bir yansıması.

•••

Stratejik işbirliği, taktiksel hamle olarak savunulan bu ittifaklardan en güncel olanı kuşkusuz YPG ile ABD arasındaki işbirliğidir. Suriye Kürtlerinin silahlı gücü YPG’nin ABD ile bölgenin sıcak gündemi içerisinde yan yana düşmesi bütün dikkatleri üzerine çekti. Washington’un YPG’yi ağır silahlarla donatma kararı sonrasında bu tartışma daha da alevlendi.

PYD/YPG’ye göre bu işbirliği dönemsel ve stratejik. Bir yandan IŞİD vandalizmine karşı mücadele ederken öte yandan da Türkiye ve Suriye gibi bölge ülkelerinin olası müdahalelerine karşı ABD ve Rusya’nın garantörlüğüne sığınmayı bir zorunluluk, taktiksel bir hamle olarak gördüklerini defalarca deklare ettiler. Bu irade beyanını bazı sol çevreler tarafından stratejik teslim oluşa dönüşmediği sürece emperyalist güçlerle stratejik/taktik ittifaklar kurabileceği argümanlarıyla mazur görülerek savunuluyor.

•••

Emperyalizmle iş tutulabilir mi? Reel politika adına küresel güç odaklarıyla girişilen ittifakların bir savunusu olabilir mi?

Savunanlar Sovyetlerden de örnekler vererek argümanlarını temellendirme gayretinde. Sıklıkla örneği verilen ise 1939’daki Molotov-Ribbentrop Paktı ya da yaygın bilinen adıyla Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı. Ancak bu pakt başka bir tarihsel gerçekliğin tezahürüydü. Avrupa’yı kasıp kavuran Hitler liderliğindeki Alman faşizmine karşı yapılan taktiksel hamle o tarihsel bağlam içinde değerlendirilmeli. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar ise başka bir bağlamın ve de tarihsel gerçekliğin ürünü.

Şurası açık ki, yakın siyasi tarih de göstermiştir ki şeytanla dans edilmez. ABD ile ittifaka gidilmesinin bölge halklarının zararına olacağı, Washington’un kim olursa olsun bölge halklarını silaha boğmasının kimsenin yararına olmayacağı örnekleriyle ortada.

Herkes IŞİD’den kaçarken Kürtlerin Selefi cihatçılara karşı verdiği mücadele takdire şayan. İlk günden bu yana “muhalif” adı altında silahlı gruplardan yana tavır almaması da. Kobane’deki direnişle birlikte bütün dünyanın haklı sempatisini de kazandılar.

Ancak şimdi YPG’nin ABD ile işbirliği ciddi anlamda sorgulanıyor. ABD açısından meselenin Rakka’nın alınması olmadığı ortada. Tam da burada YPG’nin Rakka harekatında öncü kuvvet olarak kullanılması eleştirileri de beraberinde getiriyor.

•••

Sorulması ve yanıtı alınması gereken sorular şunlar?

Bir hareketin amaçlarına, ittifak yapısına, emperyalizmle kurduğu ilişkiye bakmadan o hareketin desteklenmesi mümkün mü? YPG başta olmak üzere Ortadoğu’daki bir aktörün, kendi iradelerinden bağımsız olarak, IŞİD ya da herhangi bir “düşmana” karşı oluşturulan ittifakta küresel güç odaklarıyla eşitler arası bir ilişki kurması mümkün mü?

Birçok ulusal ya da bölgesel aktör bağımsız çıkarları doğrultusunda hareket etme niyetiyle düştüğü yolda emperyalizmle kurduğu ilişkinin, içinden çıkılmaz bir bağımlılaşma ilişkisinin tutsağı olmuştur.

Özellikle Kürt siyasi hareketinin Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni, bağımsızlığa doğru yol alsalar da, eleştirmesinin arkasında böylesi bir bağımlılık ilişkisi var.

ABD emperyalizminin hangi gerekçeyle olursa olsun, herhangi bir yerel ya da ulusal aktör üzerinden bölgeyi silahlandırması Ortadoğu halklarının yararına değil. Bu silahlar yakın gelecekte halkların birbirlerini boğazladığı kanlı/kirli bir savaşın vesilesi olacaktır.

PYD-YPG’nin ABD ile kurduğu ilişki de tam da bu yüzden sorgulanıyor/tartışılıyor!