Yaşlı devrimci anlatmaya başladı: “Polis arabasına binip, hepimizi tek tek mimleyen bir ihbarcı vardı.

Yaşlı devrimci anlatmaya başladı: “Polis arabasına binip, hepimizi tek tek mimleyen bir ihbarcı vardı. Bu adam yüzünden büyük eziyetler çektik, işkenceler gördük. Yıllar sonra bir gün, bizim lokale geldi ve ne dedi biliyor musunuz: ‘Beni aranıza kabul edin. Her gün buraya geleyim, bardakları yıkayayım, tuvaletleri temizleyeyim. Merak etmeyin, siz toplantı yapınca hiç durmam giderim. Ne olur benden dostluğunuzu esirgemeyin.’

Bir ihbarcı böyle bir istekle gelirse ne yaparsınız? Başka siyasetlerde bu tip insanlar belki de haklı bir adalet duygusuyla en ağır şekilde cezalandırılırken, biz bir de tutup, yanımızda çalışmasına izin mi vereceğiz? Uzun süre düşündük, sonra da ihbarcının ricasını kabul ettik. Hepimizi ihbar eden, hepimizi işkence tezgahına yollayan biri, mekanımızda çalışmaya başladı. Neden biliyor musunuz? Çünkü... Çünkü biz devrimciyiz. Çünkü bize böylesi yakışır.”

Öğrendik ki Sezen Aksu’nun babası aslında bilmemne tarikatının müridiymiş; duyduk ki Sezen Aksu aslında Tayyip Erdoğan’ın gizli sevgilisiymiş, meğer aslında Sezen Aksu’nun dedeleri İzmir’de Yunanlıları en başta alkışlayan kişilermiş, Sezen Aksu aslında Fetullah Gülen’in eteğini öpmeye Amerika’ya gitmiş; hülasa aslında iğrenç bir kadınmış Sezen Aksu, bizi hep kandırmış, kendini hep gizlemiş; Işık Doğudan Yükselir albümünü yaparken veya öldüren ve öldürülen çocuklara sahip çıkmaya çalışırken veya gözlerimiz aşktan kör olduğu zamanlarda kulaklarımıza doğru yönü fısıldarken aslında, aslında ve dahi aslında hep bir tiyatro oynuyormuş...

Referandumun ertesi günü beni en çok BirGün şaşırttı. Gazetenin manşetinde “%60 sağ oylar, %40 sol oylar sabitlendi” gibi bir şey yazıyordu. Aşağıda da benzerini ancak Devlet Bahçeli’de görebileceğimiz dahice bir aritmetik vardı; 42’den MHP’yi çıkart, oraya Kürtleri ekle, bunu Arnavutlara böl, etti mi sana %40...

Gazetemizin tuzu kuru olmadığını ve poposunu tarikatlara veya holdinglere dayamış yayınlar gibi, baskıya gece 12’de giremediğini bildiğim için; bu garip manşeti çok önemsemedim. Bana soranlara “Vallahi ben de anlamadım, alelacele yazılmış bir söz sanırım” dedim. Öte yandan telefon açıp İbrahim’e, Barış’a filan “Dostlar, nedir bu hesap?” diye de sormadım.

Sonra Ümit Kıvanç bir yazı yazdı. Ama ne yazı... Ordan girdi burdan çıktı; buldu açığı, vurdu da vurdu. O böyle yazınca BirGün’de ve bağlantılı sitelerde Ümit Kıvanç’a dümdüz giden karşılıklar çıktı. Taraf tarafı da boş durmadı elbette. Derken bir okur telaşla sordu: “İlyas Arkadaş, Ümit Kıvanç bize sövdü, ona haddini bildirmeyecek misin?”

Kendimi bir an Yeşil Timsahlar kahvesinde okey oynarken buldum. Hani olur ya: “Aşağı mahallede bizim çocuklara küfür etmişler, yürüyün kavgaya gidiyoruz”

Bu gazetede iki yıldır yazıyorum. Pişman olduğum sözlerimin başında, geçen yıl çıkan “ÖSS’ye Övgü” isimli yazımdaki “Sahi Roni, sen bilirsin belki; Kurtlar Vadisi’nde neden hiç Fetullahçı yok?” cümlesi var. Hani şu meşhur boya atma hadisesi sırasında… Bugün aradan 1 yıl geçti. Hala o olayı medyaya iletmesindeki tavrından ötürü Roni Margulies’i eleştiriyorum. Ama konforlu koltuğumdan babam yaşındaki bir sosyaliste, bitirim zibidi ağzıyla konuştuğum için de, üzülüyorum aynı zamanda.

Yaşlı devrimcinin, onu işkence tezgahına yollayan bir ihbarcıya gösterdiği affediciliği; yıllarca omuz omuza durduğumuz, bazen (hatta genellikle) ters düşsek de; sonuçta aynı değerleri beraberce savunduğumuz dostlarımıza niye çok görüyoruz?

Bu referandumda “evet” diyen sosyalistlerin temel düşüncesi neydi? (Farkılıklar olabilir, genellememi lütfen bağışlayın) “12 Eylül Anayasasını değiştirmek gerek. Burada demokratik kazanım adına önemli maddeler var. AKP’ye bayılıyor değiliz. Ama bu maddeleri reddetmek ve hayır demek; bir anlamda statükoya; 12 Eylül faşizmine evet demek anlamına gelecek. Bu nedenle biz referandumda evet diyoruz”

Peki, benim de içinde buluğum “hayırcılar” ne düşünüyordu? “Referandum bir göz boyamadan başka bir şey değil. Buna evet demek, statükonun yeni sahibi AKP iktidarına evet demektir. Türkiye’nin %90 küsürü tersine inanıp, bunu söylediğimizde bize deliymişiz gibi baksa da; aslolalan sınıfsal bakıştır. Ve bu bakışla AKP ile CHP’nin artistlikleri “al pacino, vur ötekino” durumundan ibarettir. Özetle, yemiyoruz bu dayatmayı ve cümleten hayır diyoruz aziz kardeşim.”

Hangi fikrin doğru olduğu ayrı bir tartışma konusu. Ama temelde iki grup da bunu sosyalizm adına, toplumun ilerlemesi ve demokratikleşmesi gibi saikler adına yapıyor. Birbirimize bu kadar öfkelenmenin, bunca kin kusmanın, üslubu böylesine çirkinleştirmenin ne gereği var?

Ben haksız çıkmayı, AKP’nin gerçekten demokratça davranıp batı tipi bir demokrasiyi yerleştirmeye çalışmasını çok isterim. Ama tüm veriler bunu istemenin “bütün dünya inansa, bir inansa” naifliğinden öteye gidemeyeceğini gösteriyor.

Öte yandan, hepimizin üstünde emeği olan Ümit Kıvanç gibi, Murat Belge gibi abilerimizin gün gelip; “Yahu arkadaşlar, siz haklıymışsınız, bu heriflerden bir cacık olmazmış” demeleri de beni Türkiye adına üzgün ama inançlarım adına mutlu kılar. Yarın birbirimize böyle itiraflarda bulunma şansımızı niye yok ediyoruz? Hepimizi toplasan Kadıköy-Beşiktaş vapurunu anca doldururuz; biraz daha sakin olmak çok mu zor?

İçimiz rahatlayacaksa kuralım bir idam sehpası ve yakalım Sezen Aksu’yu.

Aşk için yanmayı çoktan kabul etmiş minik bir serçeyi ateşe atmak, bize yakışır mı?