Ne kadar hoşumuza gitmese de, daha çok endüstrileşerek, ticarileşerek iyiden iyiye parasallaşarak yoluna devam etmeye çabalayan küresel futbol düzeni yeni bir sezonun daha perdesini açıyor.


Yeni transferler yapıldı, ülke ligleri kadar Avrupa ligleri için de hazırlıklar ilerledi ve bazı ön eleme maçları yapıldı da. Türkiye’nin takımları iyi başlamadı Avrupa liglerine ve hızlı dökülmeler oldu. Bakalım sonrası nasıl gelecek…

SIRALAMA
Türkiye, küreselleşerek endüstrileşen futbolun önemli aktörlerinden. Hatta, milli gelirine göre, futbol endüstrisine hayli para yatıran ve o alanda pazar bulan bir ülke. Kıyaslama yapmak için, ülkelerin birinci liglerindeki futbolcu sayısı futbolcuların piyasa değerleri ile çarpılıyor ve böylece ülke birinci küme piyasa değerine ulaşılıyor. Örneğin İngiltere Premier ligde 544 profesyonel var ve bunların piyasa değeri 4,4 milyar dolar. Yani, İngiltere birinci lig takımları, toplam değerleri 4,4 milyar dolar olan futbolcularıyla içeride ve dışarıda “futbol sergiliyorlar”. İkinci sırada İspanya var ve 3,3 milyar dolarlık futbolcular ile yarışıyorlar. Almanya ile İtalya 2,6 milyar dolarlık ekiplere sahipler. Fransa’nınki daha mütevazı ve 1,6 milyar dolar oyuncu değeri. Sonra geliyoruz Türkiye’ye. Türkiye’ninki 1,1 milyar dolarlık bir futbolcu varlığı. Rusya’nınki de Türkiye’ye yakın. Portekiz, Belçika, Hollanda futbolcu varlıkları 1 milyar doların altında olan ama Avrupa’nın ilk 10’una giren ülkeler…


Birer büyük holding durumuna gelen futbol kulüpleri, futbolcu yatırımlarını yaparken, geri dönüşlerin iç piyasa ve küresel pazardan nasıl karşılanacağını hesaba katmak durumundalar. İç pazarına güvenen daha flaş yatırımlara gidebiliyor. Mesela Almanya’nın milli geliri 3,2 trilyon dolar olduğu halde futbolcu yatırımı 2,6 milyar dolarda kalıyor. Ama İngiltere, daha futbol delisi bir ülke olduğu için 2,4 trilyon dolarlık milli gelirine rağmen Almanya’dan daha fazla futbol yatırımı yapıyor. 4,4 milyar doları göze alıyor. Keza İspanya kulüpleri ülke milli geliri 1 trilyon dolar iken futbolcu yatırımları 3,3 milyar dolara çıkabiliyor. Bu açıdan Türkiye’ye baktığınızda yuvarlak hesap 800 milyar dolar milli gelire 1,1 milyar dolarlık futbolcu yatırımı dikkat çekici. Futbol tutkusuna ve ona bağlı olarak harcamaya olan güvene dayanıyor bu yatırım… Asgari ücretin aylık 365 dolar olduğu memleketimizde, gencimiz tüm haftalığını biriktirip maç bileti almak için çalışıyor. Tutku bu kadar büyük!...
O zaman da ülkede süper ligin futbolcu yatırımı, yabancısı-yerlisi ile 1,1 milyar doları buluyor, kulüpler reklam, canlı yayın, sponsor geliri, seyirci geliri vb. den geri dönüşü sağlayacaklarına güvenerek birçok yıldızı transfer etmeyi göze alıyorlar…


ETKİSİZ GÜÇ...
Endüstriyel futbol, kulüpler arasındaki güç dengesini de her yıl güçlüler lehine daha çok bozuyor ve bu işin keyfini kaçırıyor. Örneğin Türkiye’nin 1,1 milyar dolarlık futbolcu varlığının yüzde 58’i ilk 4 kulübe ait. Fenerbahçe 174, GS 150, BJK 140, Trabzon 121 milyon dolarlık futbolcu yatırımları ile yıllardır en güçlü kadrolarla ilk sıraları paylaşıyorlar. Beşinci Bursaspor ancak 71 milyon dolarlık oyuncu kadrosu ile yarışabilirken, fukara kulüplerden Akhisar’ın kadro değeri örneğin, 25 milyon dolardan ibaret. Yani FB’ninkinin yüzde 14’ü…


Bu eşitsizlik öteki ülkelerde öteden beri var. Mesela 4,4 milyar dolarlık Premier ligin varlığının yüzde 40’ı ilk 4’ü oluşturan Chelsea, Arsenal, M.City ile M.United’ın. İspanya’da sadece Real Madrid ile Barcelona kulüplerinin oyuncu değeri toplam İspanya liginin yüzde 40’ı. PSG, Fransa liginin tek başına yüzde 30’unu temsil ediyor.


Böyle olunca öteki 10-15 takım konu mankeni olarak sahada yer alıyor. Ama bazen de öyle bir çakıyorlar ki, herkes şaşırıyor. Akhisar gelip kendisinden 5 kat pahalı Fener’i kendi sahasında yenip gidiyor mesela. Futbolun hoşluğu da böyle sürprizler içermesinde.

POLİTİK FUTBOL
Parasallaşıp ticarileştikçe, pislik ve pis aktörler de nüfuz ediyor futbola, futbol kulüplerine. Çoğumuzun kimliğinin bir parçası olan kulüp taraftarlığı, endüstriyel futbolun koyulaşmasıyla beraber daha çok istismara uğruyor ve buna kızıyoruz, her geçen yıl daha çok öfkeleniyoruz.


4 Temmuz’da bu köşede yazdığım “Çakal Orman…” yazısındaki bir paragrafı tekrarla giriyorum sezona;


“Kulüp yönetimine taraftar katılımı, üyelik önünde engelsizlik, şeffaflık, hesap verebilirlik, daha az metalaşma-ticarileşme, asgari talepler olarak geliştirilmeli.


Nasıl Ak faşizme karşı direnip, çürüyen düzenin içinden yeni bir hayatı aşağıdan yukarı örgütleme ajandamız varsa, o ajandanın alt başlıkları arasında futbol tutkumuzun istismarına, basamak yapılmasına karşı direniş de var”…