“Erken 2000’lerde, Uzak’ı yazarken siyasi ve medyatik tartışmalardan uzaklaşarak mülteci olmayı bireysel ve tarihi bir düzlemde incelemek istedim” diyen Shaun Tan, “Bu şekilde kurgusal bir adaya kaçmaya çalışan küçük bir ailenin hikâyesine odaklanarak aile tarihini ve devamını irdeledim” ifadelerini kullandı.

Shaun Tan’la kısa bir sohbet: Tembellik hakkı, mülteci krizi ve sanat

Berfin KAYA & Ulaş Bager ALDEMİR

Güncel siyaset tartışmaları içerisinde tembellik hakkı ve mülteci krizi artık sık sık karşımıza çıkan şeyler halini aldı. Biz de bu söyleşide Oscar ödülü sahibi, dünyaca ünlü yazar, çizer ve sanatçı Shaun Tan’la kendi sanat üretimleri üzerinden bu tartışmalara bakışı ve sanatın bu tartışmaların neresinde durduğuna dair söyleştik.

>> Ağustos Böceği adlı eserinizin sonunda Ağustos Böceği uçup gidiyor. Bir özgürleşme belki, belki de bir intihar… Bu karakter günümüzdeki çalışma rejimi ve tembellik olanakları bağlamında neleri temsil ediyor? Öte yandan bir edebi karakter olarak neden ağustos böceğini seçtiniz?

Öncelikle hikâyede ağustos böceği üzerinden kurgulanmış bu intihar sorunu, kendim dahil olmak üzere okuyucuları düşündürecek ilginç bir husus. Bu bizi kapana sıkışmış şekilde bırakabilecek, daha çok sınırlı insan beklentileri ve hayalin yıkımı hakkında bir imge. Şöyle ki, sahip olunan problemlerden kurtulmanın bir yolu bulunamadığında intihar etmek bir seçenek olarak düşünülür, fakat sonrasında düşüncenin yanlışlığı fark edilir. Ve evet, bu imge kısmen Çin’de insani olmayan koşullar altında çalışan ve sıklıkla kendi canlarını almayı düşünen işçilerin bulunduğu, yüksek teknoloji ürünlerinin imal edildiği yüksek binaların etrafına gerilen “intihar ağlarından” ilhamını aldı. Hikâyenin daha az dramatik olan bir çıkış noktası ise hayatını çalıştığı şirkete kendini adamasına rağmen emekliliğinde ihmal edilen bir arkadaşla bir sohbet olabilir, herkesçe bilinen bir hikâye. Hikâye ayrıca bilinçaltımda kalan babamın mimar olarak sürdürdüğü çalışma hayatından da ilham aldı. Bu süreç kötü değildi, fakat birçok bozulmuş söz ve başkalarının hatalarını düzeltmeyle geçen bir hayatla birlikte her zaman babamın çok az takdir edildiğini ve kötü liderliğe tamah etmek zorunda kaldığı izlenimine sahiptim. Ancak babam bu konuda asla kızgın değildi. Emekliliği boyunca hiçbir kötü duygu beslemeden zamanını gerçek kariyerine; yani meyve ve sebze bahçesine adadı, tıpkı ormana uçan ağustos böceği gibi.

Karakter olarak ağustos böceğini almak oldukça aşikâr bir seçimdi, takım içinde masamda oturan ve hikâye bulmaya çalışan bir ağustos böceği figürü yapmıştım. Bu fikir 17 yıllık hayat döngüsüne sahip bazı ağustos böcekleri üzerine yapılmış bir doğa belgeselinden çıktı. Ağustos böcekleri toprak altında o kadar uzun zaman geçiriyorlardı ki avcılar varlıklarını unutuyordu, sonra yaşam dolu bir taşkınlıkla topraktan hayatta kalan bir tür olarak fışkırıyorlardı. Bunu, çıkmaz bir hayatta bir kurtuluş bulmak isteyen biri için mükemmel bir metafor olarak tahayyül ettim. Veyahut en başından beri kurtulacağını bilerek, üstüne sirayet eden karanlığın nihayet önemsizleşmesi, hatta kendi farkındalığının daha üst bir mertebesinden, büyük resme bakıldığında komik olarak görünmesi de olabilir.

>> 2006 tarihli Uzak adlı eseriniz anne ve babanızın da hikâyesinden esinlenerek çizilmiş bir göçmenlik hikâyesi. Göçmen sorunu bu denli ayyuka çıkmışken, bugün bir göçmenlik hikâyesi çizmek isteseydiniz nasıl çizerdiniz?

İlginç bir şekilde Avusturalya’da Uzak’ı hayal edip üzerine çalıştığım sırada, göç konusu halihazırda bir kriz durumundaydı. Hatta, bu hususun süregelen etik ve politik bir sorun olmasıyla birlikte dezenformasyon, ırkçılık, siyasi kabiliyetsizlik ve insani felaketin bir öznesi olmadığı bir zamanı hatırlamıyorum. Avusturalya geniş ölçekte göçmenlerden oluşan bir toplum fakat negatif politikalar arasında sıkışmış durumda, özellikle sığınmacıların ülke dışı gözaltı merkezlerine alınması bunlardan yalnızca biri. Erken 2000’lerde, Uzak’ı yazarken siyasi ve medyatik tartışmalardan uzaklaşarak mülteci olmayı bireysel ve tarihi bir düzlemde incelemek istedim. Bu şekilde kurgusal bir adaya kaçmaya çalışan küçük bir ailenin hikâyesine odaklanarak aile tarihini ve devamını irdeledim.

Sorunuzu yanıtlamak için yeni bir göç hikâyesini nasıl oluştururdum konusu hakkında gerçekten çokça düşündüm. Yeni bir hikâye kaleme alacak olsaydım son on beş yıl içinde yaşanan uluslararası olaylar ve göç hikâyeleri ışığında gerçek dünya deneyimlerine paralel yeni imgeler ve olay örgüleri eklerdim. Senelerdir Uzak’ın film adaptasyonu için bazı taslaklar üzerinde çalışıyorum, üstüne uğraştığım konulardan biri esas hikâyede görmediğimiz bir anne ve çocuğuyla ilgili. Yeni dünyada, babalarını/eşlerini bulabilmek oldukça uzun sürüyor onlar için. Bu iki karakterle ilgili, neredeyse her mültecinin aşina olduğu konuları; insan kaçakçılığının tarihi ve modern detaylarını, politik sorunları, deniz aşmadaki tehlikeleri, yerel ırkçılık, zoraki gözaltılar, sınır dışı etmeler ve çıldırtıcı bürokrasiyi de içine alan bir hikâye oluşturmak için hevesliyim.

Bunlar, kültür şoku ve yerleşim üzerine problemleri odağına alan bu kitabın orijinal halinde de kurgulanmış elementler, fakat daha sade bir anlatı ve tematik istikrar adına çıkartılmışlardı. Mültecilerin yaşamakta olduğu bazı deneyimler ise en iyi şekilde sığınmakta oldukları ülke ve bölgeler üzerine araştırma yürütmekle incelenebilir; Kuzey Afrikalı mültecilerle ilgilenmede zorluk yaşanmakta olan İtalyan adası Lampedusa ve Avrupa’daki diğer göçmen yoğunluğunun fazla olduğu yerler gibi. Tabii ki güncel okurlar için Ukrayna çatışması, etkileri ve nedenleri de yenilenmiş bir Uzak hikâyesinde oldukça güçlü bir etki oluşturacaktır.

Çeviren: Ekin Keleş