Yağmur’un kitabında çok katmanlı, gözenekli, kimi zaman Kafkaesk, kimi zaman tiyatro sahnesinde absürt oyun izliyoruz izlenimi bırakan on dört kısa öykü var. Bu öyküler her şeyi kapsıyor diyebilirim: Durum, epizot, anlatı, karakter

Sıcak öyküler

Adil OKAY

“(…) Yakınlarının mezarlarını arayan ziyaretçilerden saklama gereği duymadan ağlayarak yürüdüm. Mezarlıkta insan insana neden ağlıyorsun diye sorar mı? Kimse sormadı. Ağladım. (…) Sonra geldiğim yoldan Mersin’e döndüm. Dolmuşta ağlamaktan utandım. İçimden ağladım. Çünkü dolmuşta insan insana neden ağlıyorsun diye sorardı. O günden sonra, her şubat o bahçeden o patikadan geçerek gittim mezarlığa. Bahçe değişmedi. Patika değişmedi. Bahçeyi arkasına saklayan tuğla evle taş ev de değişmedi. Ama çok şey değişti. Bu şehirde onunla ilgili nerede bir anım varsa, orası yıkıldı. Apartman oldu, gökdelen oldu, otopark oldu. Hiçbir şey olamazsa virane oldu. Caddelerde, sokaklarda tanıdık yüzler azaldı. Kapısı çalınacak adresler azaldı. Ve bir gün baktım ki, şehirde çalacağım kapı yok, bir çay içimi oturduğum bahçeler apartman, bir sigara içimi oturduğum gölgeler beton…” (Abidin Yağmur, Pazartesi. S.38-40.)

Abidin Yağmur’un yeni okuyup bitirdiğim 'Pazartesi' adlı öykü kitabından bende kalan anahtar sözcükler 'Sıcak', 'İş-siz-lik' ve 'Yalnızlık'. Özellikle 'sıcak' ve 'iş-siz, iş-çi' sözcükleri, bu sözcüklerin doğrudan ya da yan anlamları, kimi zaman birbirinin devamı izlenimi veren öykülerinde temanın kendisi olabiliyor. Veya temada arka plan. Leitmotiv tekniğinde olduğu gibi bilinçli tekrarlarla, monolog ve diyaloglarla sorgulanan bu kavramlar, Yağmur’un öykülerinde karşıtlığıyla var. Sıcak soğukla, işsiz işçiyle, yalnızlık kalabalıkla.

TUVALDE SAHİ RENKLER

Yağmur’un kitabında çok katmanlı, gözenekli, kimi zaman Kafkaesk, kimi zaman tiyatro sahnesinde absürt oyun izliyoruz izlenimi bırakan on dört kısa öykü var. Bu öyküler her şeyi kapsıyor diyebilirim: Durum, epizot, anlatı, karakter. Veya 'Bir gazetecinin günlüğü' de diyebilirsiniz yazdıklarına. Ama biçem olarak yalınlığı seçmiş yazar. Söz kalabalığı, zorlama metaforlar, kahramanlık menkıbeleri ve törel değerler ile öykülerini boğmamış. Kısa öykünün kurallarına da uymuş. En uzunu 21 sayfa olan öykülerinde, iki istisna dışında, Çukurova insanları, spesifik olarak da Mersin, Mersinliler, sonradan Mersinli olanlar ile olamayanlar da betimlenmiş. Mersin’in yerlileri, kendini yerli sayanları ile açlıktan, kuraklıktan, savaştan, köy boşaltmalardan, gönüllü ve/veya gönülsüz gerçekleşen iç göçten dolayı bu coğrafyaya sığınanlar ile artık günlük yaşamımızın, yaşadığımız kentlerin bir parçası olan Suriyeli sığınmacılar yani 'Misafir Statüsü'nde arafta bırakılanlar da yer alıyor. Yazar onları çizdiği tabloda -reyting uğruna- karaya boyamamış. Tuvalde sahi renkleriyle yerlerini almış hepsi.

“Beş on işsiz adam, bize bir iş bulmayı, iş bulmadan önce bize meslek öğretmeyi taahhüt eden devlet dairesinin koridorunda otururken ne kadar da mesuttuk. Hepimizin ritmi aynıydı. Dışarıdaki o pazartesi hengâmesinden, gürültüsünden, ‘çekilsene lan işsiz, ne kalabalık ediyorsun’ der gibi bakan iş güç sahibi, önemli, eşsiz, yeri doldurulamayacak müstesna insanların kibrinden uzakta, kendi adamızı bayındır etmiş gibiydik. Sakin sakin, acele etmeden, birbirimize üstten, alttan bakmadan konuşuyorduk.” (Pazartesi s. 13)

Belli ki taşrada gazeteci olmanın, işsizliğin sıkıntılarını çok yaşamış yazarımız. Malum küçük kentlerde kazanılmış haklar bile çok görülür işçiye, ırgata, çırağa, kalfaya, mevsimlik işçiye, sekretere, dershane öğretmenine, gazetecilere ve diğer iş kollarında çalışan emekçilere. İstisnaları tenzih ederim tabi. Ama buralarda neredeyse 'eti senin, kemiği benim' geleneği sürer. Abidin Yağmur, 'sıcak', 'iş-siz-lik' ve 'yalnızlık' metaforlarıyla bu sömürü çarkını ve sınıf farkını okuyucuya hissettirmiş. Deve bayıltan sıcaklar, fukara sıcağı, kimyasal sıcak, beton sıcağı, nemli sıcak, savaş sıcağı okuyucuyu da terletiyor yer yer. "Coğrafya kaderdir" demiş ya İbn-i Haldun, Yağmur’un öykü kahramanları da 'iklim krizi' yanı sıra kapitalist yağmadan dolayı giderek kuraklaşan bu coğrafyada kavruluyor. Belli ki o da yazarken kavruluyor. Kaderi bu: Bu 'sıcak' coğrafyada yaşamaya çalışmak ve yazmak.

Abidin Yağmur’un Pazartesi adlı öykü kitabına başladığımda bir tanıtım yazısı hazırlamak fikri yoktu. Kitabın sonuna yaklaştığımda bu öyküler değerlendirmeyi hak ediyor dedim. Okumayı bitirdim sonra kurşun kalemimi alıp başa döndüm. Okuyucuya tadımlık parçalar sunayım derken baktım ki kitabın yarısından çoğunu çizmişim. Elbette her eser eleştirilir. Ve denir ki “bitmiş eser yoktur”. Ben ise önce bakarım, “Ortada şiir var mı, öykü var mı?” diye.

Yağmur’un kitabında sahi, sıkı öyküler var.

cukurda-defineci-avi-540867-1.