Şiddet ve cezasızlık döngüsünden çıkmalı

BANU BÜLBÜL

İstanbul Sözleşmesi’nin iptali ve erken yaşta evlilikle ilgili yasa değişikliklerine karşı, kadınlar, genel politik sessizliğe rağmen sokaklarda ve tüm alanlarda söz söylemenin yolunu buluyor. Yakın zamanda Şırnak’ta bir uzman çavuşun bir kız çocuğuna cinsel saldırıda bulunması sonrasında, basın konuyu gündeme aldı, kamuoyu baskısı oluşturuldu ve adam tutuklandı. Ne yazık ki çocuk cinsel istismarı basında gördüğümüz haberlerden çok daha yaygın. Ancak sürekli olarak bu konuyu konuşmaya dayanamadığımızdan zaman zaman gündemde tutup sonra bırakıveriyoruz endişeli ellerimizden…

Evet dayanmak zor, çoğumuz da yaralıyız belki cinsel şiddet bakımından ama bu konudaki takip ve mücadele yükümlülüğü her durumda hepimizindir (“devlet yükümlülüklerini yerine getirsin” demenin yetersizliği ortadayken).
Şınak Valiliği tarafından yapılan ilk açıklamada adamın alkollü olduğunu söylendi. Hiç kimse salt alkollü olduğu için bir çocuğa cinsel şiddet uygulamaz, istismar etmeye kalkmaz. Hem çocuklara yönelik cinsel şiddetin hem kadınlara yönelen taciz ve tecavüzlerin kontrol edilemeyen cinsel dürtülerle değil güç kullanma, istila ve işgal etme, şiddet uygulama eğilimleriyle alakası vardır. Eğer içinde yaşadığınız kültür, gücü kutsayan, sömürü ilişkisini meşrulaştıran, adaletin gelmesinin geciktiği bir topluluksa şiddet ve tecavüz kültürü de yaygınlaşır.

Kötüye kullanılan güç, paranın gücü olabileceği gibi, bilgiye ve fiziksel olana da dayanabilir, politik nüfuz, bürokratik ayrıcalık da olabilir. Aslında bu eylem güce dayandığı kadar güçsüzlüğe de işaret eder. Nasıl mı? Kişi aslında kendini gerçek ve içsel bir güçten o denli yoksun hissetmektedir ki (çünkü sahip oldukları ona yetmez de yetmez) bu değersizlik duygularını yaşadığı ve haset ettiği yerden rızası olmayana rızası olamayacak olana gücünü kullanarak saldırır. Böylesi bir güç kullanımı neden ağırlıklı olarak erkeklerdedir? İşte burası kocaman bir sınıflı toplumlar tarihi kadar hatta ondan daha da eski bir eril tahakküm hikâyesidir. Tarihin en eski haksızlığı, el koyuşu erkeğin kadın karşısındaki pozisyonundadır. Cinsiyetler arası işbölümündeki iz, söylenen en eski yalana üretilen ilk eşitsizliğe dairdir. Hem suçlu hem güçlü olanların iktidarı o çağda başlar.

Son günlerde sinema dünyasından, akademiden geleneksel risk faktörleri sıralaması bakımından bakıldığında “beklenilmeyen” alanlardan ard arda kadınların maruz kaldıkları şiddeti anlatan sesleri geliyor. Kimine inandırıcı gelmiyor yaşananlar…

Oysa yolu üniversiteden geçen ve hocadan öğrenciye yönelik tacize rastlamayan var mıdır? Kaçı cezalandırıldı taciz ve öğretmen-öğrenci ilişkisi içerdiği için istismar olarak nitelendirilebilecek olayların? Toplumun genelinde olduğu gibi sinema ve dizi dünyasında da özellikle son dönemde erkeklik balonu son sınırına dek şişirildi. Böylesi bir erkekliğin reddedilme, onay ve kabul görmeme durumunda yapabileceklerini öngörmek çok mu zor… Ama her tekil örnekte aynısı söyleniyor, o yapmaz bizim mahallede olmaz. Oluyor oysa. Bu kısmı (inkar, görmezden gelme) geçip, olay olunca yapabileceklerimize odaklanamıyoruz bir türlü… Bir daha olmasın diye yapılabilecekler var ama ilk adım yüzleşme ve kabul…

Bu mücadelenin en önemli ayağı kadınların sesinin duyulur hale gelmesi… Kadınların sesi çıkar çıkmaz eril bir kalabalık tarafından ağzına tıkılmazsa, çocukların da sesi duyulur hale gelecektir. Şırnak’taki kız çocuğu, kendisine yönelen cinsel saldırıyı bağırarak önlemiş ve böylelikle “çocuk susar sen susma” sloganının yanlışlığını da göstermişti. Kadın da susmaz, çocuk da susmaz ama tüm bu eril gürültüde sesinin duyulması, kimi zaman belli belirsiz çıkan sesine ses veren olması ile mümkün. Ya da en iyisi kaba-saba erkek seslerinden oluşan gürültüyü hep birlikte durduralım, o zaman biz fısıldayarak da konuşsak duyarız zaten birbirimizi…