“Emine Erdoğan’ın himayesinde yürütülen “Sıfır Atık Projesi” kapsamında düzenlenen sergide…”

Bu satırlar, 5 Haziran 2018’de 5 Haziran Dünya Çevre Günü vesilesiyle Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen “Atıktan Sanata” sergisinin açılışına dair projenin resmi internet sitesindeki haberden.

Himaye buradan bitmiyor tabii, geçen hafta Cumhurbaşkanlığının resmi internet sitesinde yayınlanan haberden: “Emine Erdoğan, Capital ve Ekonomist dergilerinin ev sahipliğinde çevrim içi düzenlenen Sıfır Atık Zirvesi 2021’e video mesajla katıldı.”

Bu etkinliklerle birlikte son dönemde ABD ve AB ile temaslar da düşünüldüğünde projeye hız verildiğini anlıyoruz.

Aslında bunu anlamak için sadece sokağa bakmak da yeterli:

İstanbul’un üç ayrı ilçesinde atık işçilerinin “ev” olarak da kullandıkları depolarına polis ve belediye operasyon düzenledi, mekanları yakılıp yerle bir edildi, kullanılamaz hale getirildi, işçiler gözaltına alındı. 5 Ekim’de başlatılan operasyonlar Tekirdağ Çorlu’ya da sıçradı, orada da işçiler aynı akıbetle karşılaştı, aralarından mülteci olanlar sınırdışı edilmek üzere Geri Gönderme Merkezlerine sürüldü.

“Ne ilgisi var?” derseniz, Sıfır Atık Yönetmeliği’nin “Atıkların biriktirilmesi, toplanması ve biriktirme ekipmanlarının özellikleri” başlıklı 14. Maddesi şöyle: “Sıfır atık yönetim sistemi kapsamında; evlerden ya da içerik veya yapısal olarak benzer olan ticari, endüstriyel işletmeler ile kurumlardan kaynaklanan tehlikesiz nitelikteki geri kazanılabilir kağıt, cam, metal, plastik atıklar diğer atıklardan farklı biriktirme ekipmanında biriktirilir ve ayrı olarak toplanır. Kağıt, cam, metal ve plastik atıklar tek bir ekipman içerisinde biriktirilebileceği gibi malzeme cinslerine göre ayrı biriktirme de yapılabilir.”

Yani, atıklar artık evlerde ayrıştırılacak.

Yani, atık işçilerinin topladığı malzemeler…

Yani, atık işçilerinin bu denli vandalca ortadan kaldırılmak istenmesi ile “ekoloji” alanındaki icraatlar birbiriyle uyuşuyor.
Peki, atık işçilerine ne olacak?

Halihazırda hayatın kıyısında yaşayan insanları, uçurumdan aşağı mı itecekler?

Derin Yoksulluk Ağı’nın, bu ay yayımlanan Hikâyenin Yok Hali* kitabında, yıllardır yoksullarla birlikte çalışan Hacer Foggo yazısında, yoksulların hikâyesini dinlemenin bile “konforumuzu bozabileceğini” söylüyor. Kitapta, kağıt ve plastik toplayan bir çiftin hikâyesi de var, Şevval Şener imzalı. İsimlerini paylaşmak istememişler, zaten hikâyeleri benzer:

“Şimdi kağıt topluyorum, arada başka işler bulursam onlara da gidiyorum. Diyelim sabah oldu, evden beş gibi çıkıyorum. Alemdağ, Taşdelen, Nişantepe… Dokuz-ona kadar dolaşıyorum. Günde en az 7-8 saat yürüyorum, çekçek de benimle geliyor. Saat geçtikçe o da doluyor, ağırlaşıyor, yürümek daha da zorlaşıyor. Hem kağıt topluyorum, karton, koli ne varsa, hem plastik, naylon, poşet, şişe işte... Çöpten hurda çıkarsa onları da alıyorum. Hurda olsa yine daha iyi oluyor. Yenecek gibiyse, varsa yiyecek de alıyorum. Sebze, domates, biber, patates... Eve getirip yıkayıp temizleyip yiyoruz.”

Eşi de 6 yıldır onunla birlikte kağıt topluyor: “Çekçeğe çıkmanın avantajı ne biliyor musunuz, bazen yiyecek de buluyorsunuz. İyi durumdaysa alıp eve getiriyorsunuz. Benim tek hayalim, doğru düzgün bir evim olsun… Şu andaki evim hamamböceği kaynıyor, hep rutubet.”

Hayattan tek beklentileri, insanlık onuruna uygun, “normal” bir yaşam, sağlıklı yiyecekler, temiz su, yaşanır bir ev… Ama “Sıfır Atık Projesi”nde yer almıyorlar, akıbetleri belirsiz.

*Hikâyenin Yok Hali kitabının tamamına buradan ulaşabilirsiniz: https://derinyoksullukagi.org/wp-content/uploads/2021/10/HIKAYENIN-YOK-HALI.pdf