'Sıfır noktası'ndan bugüne...

Dün balyozla Saddam heykelini yıkanlar arasında bulunan Iraklı Jaburi bu hafta BBC’ye bir röportaj verdi. Elimde olsa heykeli geri dikerdim diyen Jaburi, “Irak’ı yok ettiler. Bizi sıfır noktasına, Ortaçağ’a geri götürdüler’ dedi. Herhalde Batı’da da IŞİD’i görünce Saddam kalsaydı böyle olmazdı, diyenlerin sayısı bu sıralar hiç de az değil.

Irak işgaline ilişkin bir başka gelişmede İngiltere’de Blair’in savaş kararını araştıran komisyonun raporu oldu. İşgal kararını araştıran komisyon, öne sürülen gerekçelerin gerçek dışı olduğunu açıkladı. 2.6 milyon kelimeden oluştuğunu söylenen bu raporda yazılanları o gün sokaklarda bir kaç kelimeyle anlatan milyonların sesine kulak veren olmamıştı. Basra harap olduktan sonra, herkesin bildiklerinin bir kez daha ifade edilmiş olması ancak bugün Suriye’de sürdürülen yıkım üzerine düşünmeye neden olduğu ölçüde anlamlı olabilir. İşgalin gerekçesi olarak gösterilen hususların doğruluğu yanlışlığından öte bugün Ortadoğu’ya yönelik müdahalenin hedeflerini hatırlamakta fayda var.

Elbette, Irak’tan Suriye’ye uzanan müdahaleler sürecinin tüm adımlarının hazırlanan planlarla uygun gittiğini söylemek mümkün değil. Pek çok noktada kırılmaya, taktik-yöntemsel değişimlere, geri çekilmelere ve bazı noktalarda yenilgilere uğrayan bu müdahale süreci her şeye rağmen bu stratejik hedeften kopmadan, tümüyle akamete uğramadan ilerlemeye devam ediyor. O yüzden, Suriye’de savaşın aldığı güncel uğraklarda zaman zaman da gözden kaçan bu stratejik hedefi hatırlamakta fayda var.

***

ABD’nin, Afganistan ve Irak’la başlayan Ortadoğu’ya müdahale sürecinin bir yönü bilindiği üzere enerji alanları ve geçiş yolları hakimiyetine sahip olmak. Bütünlüklü planda ise, Ortadoğu’nun küreselleşmeye eklemlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması vardı. ‘Amerikan Yüzyılı Projesi’, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ olarak adlandırılan bu saldırı dalgasının hedefi, ‘boşluk’ olarak adlandırılan yeni ticari liberalleştirmeye tam uyum göstermeyen, sermayenin tam serbestliğinin önündeki engelleri kaldırmayan ülkelerin ‘merkeze’ eklemlenmesini ifade ediyordu. Bağlantısız ya da kısmi özerkliği olan yerlerin sisteme entegrasyonu noktasında demokrasi propagandası etrafında şekillendi. Bu eklemlenme Türkiye gibi ülkelerde yapısal uyum programlarıyla eşliğinde gerçekleşti. Bu modelin işlemediği Ortadoğu’da zor yöntemleri devreye sokuldu.

Afganistan ve Irak işgalleri, ABD tarafından –İngiltere ile birlikte- BM ve NATO’yu da devre dışa bırakarak, gerçekleştirildi. İşgale karşı Irak’ta gerçekleşen direniş ve ardından yaşanan büyük dağılma, dünya çapında gelişen savaş karşıtı muhalefet ve ABD’ye çıkan ağır ekonomik fatura gibi nedenlerle Obama ile uluslararası, bölgesel ve yerel koalisyonları içeren yeni bir müdahale biçimi gündeme geldi.

Aynı zamanda müdahaleler içinde iç dinamiklerin, uluslararası güç dengelerinin ve bölgesel ittifakların etkisiyle pek çok kırılma olmakla birlikte, Ortadoğu özellikle kapitalist merkezlerde başlayan kriz sonrası dünyada 21.yüzyılın hegemonya mücadelesinin yeni paylaşım sahasına dönüştü. Enerji geçiş hatlarını kontrol etme noktasına yığılan bu paylaşım mücadelesi, emperyalist merkezler nazarında aynı zamanda Avrasya’ya uzanacak bir alanı da kontrol ederek Rusya ve Çin’in çevrelenmesi-kuşatılması siyasetinin de bir parçası.

***

Küresel yeni dünya düzenine entegrasyonun demokrasinin gelişmesini, sınırların aşılmasını, birlikte yaşam uygarlığının tesisini sağlayacağı yönündeki vaatlerle ilerleyen yıkım politikaları, bugün tüm dünyada büyük bir eşitsizlikle birlikte, ırkçı-gerici akımların yükseldiği ve Ortadoğu’nun etnik-mezhepsel çatışmalarla Ortaçağ karanlığına gömüldüğü bir sonuç yaratıldı.

Irak iflah olmaz bir dağılmayı yaşamaya devam ediyor. Etnik ve mezhepsel kimlikler etrafında fiilen üçe bölünen Irak’ın siyasi ve toplumsal bütünlüğünü tesis etmesi imkansızlaşmış durumda. Giderek federatif egemenlik alanlarının dahi kendi içinde otonomilere bölündüğü, toplum olabilme ve ortak siyasal-toplumsal bir sistem inşa edebilme gücü tüketilen Irak geri kazanılmaz bir egemenlik kaybına uğratıldı. Irak’ın tüm parçalarının geleceği uluslararası ve bölgesel güç mücadeleleri, Suriye iç savaşıyla bütünleşerek gelişen çatışma dinamiklerine bağlı olarak şekilleniyor.

Suriye’de cihatçı güçler eliyle geliştirilen iç savaş, IŞİD faktörünün devreye girmesinin ardından farklı bir nitelik kazandı. Irak ve Suriye’deki dağılmanın ardından, emperyalizmin ve Türkiye gibi bölge ülkelerinin de desteğiyle palazlanan IŞİD, toprağa dayalı egemenlik tesisi ve küresel cihatçı hücreler ağı ile birlikte ABD ve Batı’ya da tehdit oluşturan bir güç haline geldi. IŞİD’in etkinliğinin kırılmasına odaklanan operasyonlarla birlikte, Suriye’deki savaş sonrasındaki sınırların belirlenmesine yönelik müdahale ve çatışmalar sürüyor. ABD-Rusya dengesine oturan savaş sonrasına yönelik siyasi geçiş arayışları öncesindeki son hamleler olarak da görülebilecek çatışmalar sonrasında Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunduğu, demokratik bir yönetim sistemi vaat ediliyor. Ancak görülen o ki, bugün geçiş nasıl bir denge ve sistem üzerine kurulursa kurulsun, Suriye’nin geleceği de Irak’tan farksız. Artık Suriye derken, bir ülke bütünlüğünü tesis etme kabiliyetini yitirmiş, emperyalist merkez ve büyük güçlerin hegemonyası altında fiilen parçalanmış, kaynakları ve birikimi talan edilmiş, milyonlarca insanı yerinden edilmiş bir toprak parçasından söz ediyoruz.

Bu tabloyu bakarak, kısmen özerk olabilecek ülkelerin egemenliğini ortadan kaldırmak, direnç potansiyelini kırma hedefinin büyük oranda başarıldığını söylemek mümkün.

***

sifir-noktasi-ndan-bugune-158129-1.

Bu müdahale içinde Esad’ın Rusya’nın desteğiyle ayakta kalarak rejiminin tümüyle tasfiye olmadı. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının yıkılmasının ardından bölgesel İslami iktidar kuşağı kırıldı. AKP’nin bölge planları açısından Sunni iktidar alanıyla Kürt kuşağını daraltma-boğma çabası başarısız oldu. Bölge ve uluslararası dengelerin belirlenmesinde bu faktörlerde belirli bir etkiye sahip.

Ancak, bunlar bölgesel plandaki dağılma ve egemenlik kaybını değiştiren bir durum değil. AKP ve Türkiye açısından özel bir parantez açmak gerekirse, AKP’nin bölgesel güç olma noktasındaki kapasitesinin sınırlarının görüldüğü, cihatçı çetelerle ilişkisinin yarattığı sorunların ülkemizi ve giderek kendi iktidarını de kemiren bir noktaya doğru evrilmesinin ardından İsrail ve Rusya barışmasından başlayarak, ABD ve NATO hattına zorunlu tornistan yapmaya çalıştığı görülüyor.

Sonuçta 100 yıl önce, 100 yıl sonra değişen pek bir şey olmadığı bir gerçek. Sınırlar çizilenler tarafından bir kez daha değiştiriliyor. Henüz bu durumu değiştirebilecek bir dirençten söz etmek mümkün değil. Mısır ve Tunus’ta halk ayaklanmalarının ilk evresindeki direniş potansiyeli, bastırıldı. İslamcılık bölgeyi farklı biçimlerde kuşatmaya devam ediyor.

IŞİD çeteciliğinde somutlanan radikallik etrafındaki gelişmelerle birlikte bölge mezhepsel ve etnik referanslarla kendini ifade eden topluluklara bölünmüş durumda. AKP iktidarıyla ülkemizi de kuşatan bu gericilik, pek çok yönüyle Türkiye’yi Suriye’nin parçası haline getirdi. Kısa zamanda buradan kolay bir çıkış yolu görünmüyor. Ancak, bir yandan da bu çürüme ve dağılma karşısında önemli bir tepkinin biriktiğini malum. Bu tepkiyi kucaklayacak laik ve anti-emperyalist bir muhalefet hareketinin güçlendirilmesinden başka bir çare görünmüyor.