Hakan Güzeldere, bize kendimizi edebiyat ve hayatın en kadim kavramlarından aşk üzerinden anlatıyor. Derinleştikçe billurlaşan, gündelik hayatın kargaşası karşısına sadeliği koyan bir dille. Aşka Uzak, kendine ve hâtıralarına bir şans daha vermek isteyenlerin keyifle okuyacağı, şiirin imkânlarından feragat etmemiş bir  roman.

Sığınacağım ilk şey sözcükler

ŞEREF BİLSEL

Hakan Güzeldere, bize kendimizi edebiyat ve hayatın en kadim kavramlarından aşk üzerinden anlatıyor. Derinleştikçe billurlaşan, gündelik hayatın kargaşası karşısına sadeliği koyan bir dille. Aşka Uzak, kendine ve hâtıralarına bir şans daha vermek isteyenlerin keyifle okuyacağı, şiirin imkânlarından feragat etmemiş bir roman. Bugün saat 15.00’te de D&R Kozzy’de kitabını imzalayacak Güzeldere ile yazma serüvenini konuştuk.

Kitabın adından başlayalım. Neden Aşka Uzak ?

Hakan Güzeldere: Roman kahramanlarımızdan Deniz, aşkı tarif ederken şöyle bir cümle kurar: “Biz daha doğmadan, ruhumuz bedeniyle tanıştırılmadan, kuşlar kanatla, kanatlar gökle, gökler de güneş ve ayla mühürlenip ayrıştırılmadan, tohumları içinde saklayan toprak ovaya henüz serilmeden, bu âdetler, bu eşyalar, bu düğün dernekler daha kurulmadan çok zaman önce de zaten aşk vardı; bütün bu ayrılıklar, mesafeler ve uzaklar sonradan oldu Kaldırıp kafamızı şöyle bir etrafımıza bakalım. Bankacıların, borsacıların, patronların, siyasetçilerin, tüccarların, kâşiflerin yaşamlarında paralar, sayılar, skorlar, ihaleler ve zaferler konuşulmaktadır sürekli. Onlar, dünyevi konular ekseninde günlerini gün ederler; oysa aşk, bu saydığımız kavramlara yabancıdır, maddesel hayatın içinde ışıksız ve havasız kalacağından yanıp küle dönüşemez. Halbuki insanın gerçek aşka yaklaşabilmesi için dünyanın sahteliklerinden uzaklaşması, içine yönelip orada derinliğini yakalayarak küle dönmesi şarttır.

Kitapta, bugün de devam eden toplumsal sorunlara (töre, sosyal adaletsizlik vb) değiniyorsunuz. Edebiyatçı içinde yaşadığı gerçekliği vermeli midir?

Dünden bugüne hiçbir roman kahramanı, içinde yaşadığı toplumdan bağımsız bir şekilde edebî eserlerde ele alınmamıştır. Recaizade M. Ekrem, “Araba Sevdası” romanında Bihruz Bey’i, dönemin züppe, bohem yaşamıyla bize takdim eder. Gazap Üzümleri’nde John Steinbeck, başkarakterlerinden Tom Joad üzerinden vahşi kapitalizmin Amerikan çiftçisini nasıl teslim aldığını anlatır.

“Aşka Uzak” romanı da bu bakımdan günümüz Türkiye’sinden bağımsız düşünülemez. Töre, namus cinayetleri, anlamsız gelenekler, adaletsizlikler, kadınların değersizleştirilmesi ve tabii cehalet, ülke ahvalinden romanın içerisine nüfus eden konulardır. Ülkemizde habis halini almış bu meseleler, yazarken beni de bulmakta gecikmedi.

Tolstoy, “İnsan ne ile Yaşar”ından hareketle, İnsan olarak nelere itibar eder Hakan Güzeldere?

Tolstoy, zaman ve mekânın üzerinden seslenip, elleriyle yarattığı insancıkların istediği “formda” yaşamadığını gören kaygı içindeki bir Tanrı tavrıyla, tekrar tekrar, “insan ne ile yaşar” sorusunu Simon’ı işaret ederek aslında bize, tüm insanlığa, sorar. Tolstoy’un bir gök gürültüsü halinde göklerden inen bu sorusunu duyduğumuz sırada, sabahtan beri tarlada çapa yapmakta olan bir çiftçi isek cevap çok basit ve nettir; buğday olacaktır cevap bizim için. Fabrikadan aç biilaç dönen işçiye, bir kap sıcak tarhana. Çobana süt, askere kumanya, sandaldakine balık, çölde, güneşin altında isek illaki su... İlkel benliğimizin bu temel ve yaşamsal ihtiyaçları karşılandıktan sonra, biz de Simon gibi, gerisi iyilik, güzellik ve afiyet olsun diyeceğiz demesine de bu sefer de ruhun istekleri, doyurulmayı bekleyen açlığı girecektir devreye, üstelik daha karmaşık ve daha vahşi biçimde. Nasıl olsa insan bir kap sıcak tarhanayla da iki avuç kuru buğdayla da doyuyor, biz yeter ki ruhumuzu düzgün doyuralım. Galiba kahramanı Simon’nun ağzından Tolstoy’un zamane insanına söylemek istediği de bu: Mideni ne şekilde doyurursan doyur, ister alkali ister gulitensiz ister çiğ, korkma ye, yedin diye hemen iki gün sonra ölmezsin. Ancak ruhunun beslenme biçimini iyilik, güzellik ve sevgi üzerine inşa edemezsen, yakında yaşamamayı da göze alacaksın demektir bu.

Sizi ilk şiirle tanıdık. Daha sonra lirik ve kendini keşfetmeye çağıran çocuk öyküleriyle karşımıza çıktınız. “Aşka Uzak” ise ikinci romanınız. Neden bu kadar farklı alanda yazma ihtiyacı hissediyorsunuz?

Çevremizi kuşatan kalın duvarlar, şifreli kapılar, randevuyla girilen odalar; oturanını yedi kat arşa kaldıran koltuklar, işlek yollar ve fastfood ilişkiler nedeniyle insanın insana, insanının toprağa hasret bırakıldığı; “tüketin kardeşim” baskısı altında doğal frekansı bozulan bireyin, birer radyo “alıcı”sına çevrildiği; insanı insan yapan değerlerin başında gelen “verici” sözcüğünün baz istasyonlarına ve Hasan Efendi’nin kösnül hayallerine sıkıştırıldığı; rakam ve skorların metroda, markette, derste, sınavda, yatakta ve hatta sosyal medyadan anons edilen ölüm haberi like’larında insanı teslim aldığı bir çağda, sözcüklerin lirik çağrışımlarında kalmak; takvimlere bağlı yaşamadan güzü ve yazı aynı anda tenimde hissedebilmek; çıldırmamak; tarafımı görünür kılmak; bu kargaşanın ortasında kaybolmamak; bir an olsun kalbime, coşku ve aşklarıma uzak düşmemek; öznesi etken cümleler kurmayı öğrendiğimde anneme verdiğim ‘asla anılarıma sırt çevirmeyeceğim’ sözümü son nefesime dek tutabilmek; en önemlisi de yazının ateşten sonra insanoğlunun en büyük icadı olduğunu, John Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanını okuyup anladığımdan beri, kendimi sık sık bir şeyler karalarken buluyorum. Budur sınırları mavi bir kalemle çizilmiş su ve gökyüzünden yapılma esaretim, budur sığındığım tek liman.

Sığınmak deyince, son olarak, İstanbul’da depremin kendini iyiden iyiye hissettirdiği bugünlerde beşik gibi sallanan binalar bize bir kez daha gösterdi ki, insanın ölümü kendi elleriyle diktiği duvarlardan olacak. Sarsıntı anında Hakan Güzeldere nereye sığınır?

Depremlerin nerede gerçekleştiğinin pek bir önemi yok benim için. Bu sarsıntılar zihnimin içinde de olabilir yeryuvarın altında da. Aşka Uzak’taki “Metin” karakteri gibi, sığınacağım ilk şey sözcüklerdir. Söz ve sözcüklerin bir araya getirdiği her türlü cümle, dünden bugüne bağladı beni. en önemli varyantlarını oluşturdu diyebilirim rahatlıkla. Bir labrador köpeği karmaşık nesneleri önce burnuyla kokluyor sonra da onları yemek, tehdit veya sevgi olarak diliyle dişleri arasında nasıl kodluyorsa, ben de sözcükler vasıtasıyla yapmaya çalışıyorum bunu. Önce insanlar görüyorum karşımda, büyük küçük, ince uzun, şişman zayıf, genç yaşlı... Gördüğüm bu insanlar, ne kadar devasa yahut mikroskobik olursa olsun, taşıdıkları şekil bakımından bende bir duygu derinliği, önemsenecek bir his yaratmıyor ilkin. Ne vakit konuşmaya, sözcüklerle karşıma çıkıp ses vermeye başladıklarında bu insanlar, siyasetçi, müdür, patron, züppe, zalim, korkak, sahtekâr, anne, eş, dost, kahraman ve çocuk gibi kavramlara dönüşüveriyor duygularımda. O sözcükler sayesinde anlıyorum kimin züppe kimin dost kimin korkak kimin münzevi kimin gerçek kimin yalan olduğunu. Zira insanın içinde ne pişiyorsa kapağından da onun kokusunun çıktığını anlamak için görünüşlerinden ziyade kullandığı “sözcüklere takılmak” gerektiğini bana öğreten yine o insanlardır. Çünkü sözcükler bizim kokumuz. Kokulardan iyi anlayan bir “burun”, çok uzaktan da anlayabilir herhangi bir insanın içinde neyin pişmekte olduğunu.

Çocukluk nesneleri, buna bağlı olarak insanın serpildiği bahçeler de değişti. Taş taş üstüne koyanlara dair olsun son sözünüz.

Oyuncaklarını çocukluklarında bırakıp taşı, kumu, ağacı şairlere bir de müteahhitlere terk edip insanı kendine oyuncak eden insanlara sığınmam mesela. Modern yaşam sertifikası alabilmek uğruna kentlerin, metroların, AVM’lerin, spor salonlarının SPA’ların içine tıkılıp kalmam. Dünü ve bugünü bir düşünürsek, bu saydığımız yerlerde çocuk mu büyütülür hiç, aşk mı kalır, düş mü kurulur? Sözcüklerin dışında doğal olana, yapaylıktan uzak durana sığınmaya çalışıyorum.

Çünkü benim için hâlâ bütün kırmızılar gül kokuyor, zeytin ağaçları insan yüzünü andırıyor ve hâlâ gazozların kapağı, ipliklerin makarası var. Duvarların ardına sığınanlara da tavsiyem, gitsinler ve onları alsınlar geri.

siginacagim-ilk-sey-sozcukler-641761-1.