Mamak Cezaevi’nden çıktıktan sonra, uzun süre Türkiye’yi daha yaşanılası bir ülke yapmanın reçetesini paylaşmıştım herkesle: “Her vatandaşı 3 aylığına cezaevine koyacaksın!”

Reçetemin arkasındaki mantık basitti; yoksunluklar sahip olduklarınızın kıymetini bilmenizi sağlıyor, hayatı daha dolu yaşamaya başlıyor ve zorluklar içinde boğuşan insanların halinden anlayan daha iyi insanlar oluyorsunuz.

Kendinizi başkalarının yerine koyabilmek, hayata sizin dışınızdakilerin de gözleriyle bakabilmek ve “öteki”yle duygudaşlık kurabilmek her şeyden önce sizi insan yapar.

Kılıçdaroğlu’nun, elektriği kesilmiş evinin karanlığında yaptığı açıklamayı, tam da böylesi bir eylem olarak değerlendirdim. Evinin karanlığında, elektriği kesilmiş 4 milyon ailenin evinin karanlığına “sığındı”! Hayata onların karanlığından baktı, karanlığın sebebinin neoliberalizm olduğunu söyledi ve dünyanın bütün demokratlarını da o karanlığı yırtmak için eyleme çağırdı.

Bir yanda karanlıkta kalanın halinden anlamak ve onların halini anlatmak için Kılıçdaroğlu’nun karanlıkta kalışı var, öte yanda açların halinde anlayıp nefsi terbiye için tutulan oruç ayında AKP’nin düzenlediği şaşalı iftarlar, sahurlar, saray sofraları…

Kılıçdaroğlu karanlıkta kalanların karanlığına “sığındı” derken saçmalamıyorum. Sığınmanın iki yönlü bir eylem olduğunu, sığınanı da sığınılanı da insan yaptığını düşünüyorum.

Günlerdir sığınmacıları konuşuyor Türkiye. Sosyal medyada Suriyelilere, Afganlara dönük insanı insanlığından utandıran şeyler yazılıp söyleniyor. Toplum yaşadığı bütün sorunların sorumluluğunu sığınmacıya, mülteciye, yabancıya yıkmaya hazır ve en ufak bir kıvılcımda patlayacak noktaya getirildi.

Kılıçdaroğlu’nun, aslında hepimizin, hiç değilse bir hafta da sığınmacılara “sığınmamız” öyle çok şeyi değiştirirdi ki!

Kuşkusuz, sığınmacılar bir “toplumsal sorun”a dönüştü. Ancak, sorunun nedeni onlar değil. Konuyu bu boyutlara taşıyan iktidarın politikaları oldu. “Sorun”un temelinde, bir gün “Biz Suriyelileri göndermeyeceğiz”, ertesi gün “göndereceğiz” diyen iktidarın yeni Osmanlıcı dış politikası, ekonomiyi ucuz emekle döndürme yaklaşımı ve sığınmacıları Avrupa ile ilişkilerde pazarlık konusu yapması var.

Ve iktidarıyla muhalefetiyle siyasal partilerin bu insanları “seçim malzemesi” yapması!

Bir ara AKP’li birileri de söylemişti, Suriyeliler olmasa ekonomi çöker diye… Ucuz emekleriyle üretime ve ülke içinde tüketime yaptıkları katkıyla Suriyelilerin Türkiye’nin ekonomik büyümesindeki rolüne işaret eden akademik araştırmalar da var.

Kısacık bir süre bile olsa, sığınanlara sığınabilsek, onların gözleriyle bakabilsek hayata, ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından uzaklaşacak ve daha fazla insan olabileceğiz.

Ukrayna, Rusya’ya karşı savaşmaları için yabancılara çağrı yapınca, Afrika’daki temsilcilikleri önünde kuyruklar oluştu. Düşünsenize, 4,5 milyon Ukraynalı vatanlarındaki bir savaştan başka ülkelere sığınırken, Afrika’dan da Ukrayna’nın savaşına “sığınma” peşinde olanlar var. Ve çoğu için mesele Rus işgaline karşı savaşmak değil!

Geçenlerde Independent gazetesi, Ukrayna’da yabancı lejyonuna katılmak isteyen Afrikalılarla ilgili bir araştırma yayımladı. Kendi ülkelerinde “yaşamak”tansa Ukrayna’da “ölmeyi” tercih etmelerinin en önemli nedeni, o tercih sayesinde bütün kapılarını kendilerine sıkı sıkıya kapatmış bir Avrupa ülkesinde vatandaşlık alma umudu!

Bunu anlayabilmek için de, ölüm yolculuğuna gönüllü o insanların “yaşam”ına “sığınabilmek” gerek! Kısacık bir an için bile olsa.

Dünya ancak birbirimizin hayatlarına “sığınabildiğimizde” daha güzel bir yer olacak!