Sihir, hile ve hayat

Tolga Aras

Külkedisi’nin hikâyesini herhalde bilmeyen yoktur. Çok çeşitli yorumları bulunan, beyazperdeye ve tiyatroya aktarılan bu masaldan hareket eden ve sonrasında farklı bir yola sapan hikâyesiyle yepyeni bir masal var karşımızda: Lindsay Kelk’in kaleme aldığı ve Pippa Curnick’in çizimleriyle katıldığı Küllü ve Tüylü.

KIRLARDAN SARAYA

Hikâyenin kahramanlarından biri, “uzak diyarlardaki krallıkta” yaşayan, ahalinin “sıkıcı” dediği, gözleri ışıltılı ve dağınık saçlı Küllü. Bulaşık yıkıyor, domuzları besliyor, odun kırıyor. Daha doğrusu canı istediğinde yapıyor bunları. Üvey annesinin çoğunlukla dışarı çıkıp oynamasına izin vermediği bu genç kızın en sevdiği şeylerden biri kitap okumak.

Okuduğu kitaplardaki ve üvey annesinin ona anlattığı hikâyelerdeki karakterlerle kendisi arasında benzerlikler buluyor, ormana gittiğinde köpeği Tüylü’yle oynamaya bayılıyor, onunla birlikte çamura bulanıyor. Eve döndüğünde bulaşıkların, domuzların ve odunların arasında sonsuza dek kalacağı endişesine kapılıyor.

Küllü’nün hayalini kurduğu şeylerden biri, babasının yanlarında inşaat işçisi olarak çalıştığı kraliyet ailesinin üyesi prensin onu baloya davet etmesi. Kız kardeşlerinin parlak ve temiz elbiselerine baktığında baloya gitme ihtimalinin zayıf olduğunu hissediyor. Fakat babasının “küçük prensesim” demesi Küllü’yü cesaretlendiriyor.

Ardından yaşananlar Küllü’yü hayrete düşürüyor: Köpeği tüylü konuşmaya başlıyor, sihir üstadı bir kadın aniden beliriyor ve Küllü ondan çeşitli şeyler diliyor: Bulaşıklar kendiliğinden yıkansın, odunlar kesilsin, domuzlar beslensin…

Peri Brian ise sihir ve akıl arasındaki dengeye dikkat çekip Küllü’ye sihir-hile bağlantısını anlatıyor. Bu arada hayatın sihri ya da cilvesi giriyor devreye, saraydan gelen davetiyeyle baloya çağrılıyor aile. Üvey annesinin baloya götürmeyi istemediği Küllü ise bir elbise ve onun baloya gitmesini sağlayacak koşulların oluşmasını diliyor.

Böylece gece yarısı bitecek sihir işlemeye başlıyor; Küllü ve Tüylü, son derece şık bir şekilde sarayın yolunu tutuyor.

KIRLARA ÖZLEM

Sarayın ihtişamı karşısında Küllü ve Tüylü’nün gözleri kamaşıyor. Fakat zaman onları kovalıyor ve akıllarının bir köşesinde gece yarısından evvel evde olmaları gerektiği gerçeği duruyor. Bu arada Küllü’nün gözü balo salonuna takılıyor: “İnsanların dans ettiğini ve yemek yediğini görmesine rağmen, hiçbiri sanki gerçekten de eğleniyormuş gibi görünmüyordu. Kahkaha yoktu, şarkı söyleyen yoktu ve müzisyenler sımsıkı yüksek yakaları ve büyük ağır peruklarıyla müzik aletlerini çalmak için çabalıyordu. Balo salonunun en uzağında Küllü üç tane taht gördü. Kral, tam ortadaki en büyük tahta kurulmuş oturuyordu. Oldukça kısa boylu, kır saçlı, somurtkan bir adamdı. Krallığının yıllardır gördüğü en büyük partisinin ortasında surat asıyordu. sağında kraliçe vardı. O da kısa boylu, kır saçlı ve somurtkandı. Hafif yamulmuş pudralanmış peruğu ve fırfırlı pespembe gece elbisesiyle bayağı aptalca görünüyordu.”

Herkesin balmumu gibi ifadesiz olduğu bu ortamda Küllü’nün en büyük dileği de gerçekleşiyor; prensle tanışıyor. Böylece yeni bir Külkedisi-Prens hikâyesi yazılmaya başlıyor.

Hikâyenin bundan sonraki kısmı, prensin aradığı Küllü’nün, dileğinin tamamlanması için çabalaması şeklinde gelişiyor. İşin içine ironi ve mizah giriyor; dileği tamamlanan Küllü, bu kez özgürce dolaştığı kırları ve dağları özlemeye başlıyor. Saraydaki durağan hayat ve doğanın hareketliliği arasındaki fark görmekle beraber, sihrin hilesinin kendisini sürüklediği, kimi zaman korkutucu kimi zaman eğlenceli maceranın ayırdına varıyor.