Şair Duygu Kankaytsın, ‘Rağmen’ ismini verdiği ikinci şiir kitabını Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle okurlarıyla buluşturdu. Kankaytsın, kurduğu şiir dünyasında sokağa ve kadına dair politik duyarlılığa içtenlikle ev sahipliği yapıyor. Kankaytsın ile Rağmen’i ve şiirini konuştuk ► Sizi okuduğumda Sennur Sezer’in şiirini anımsıyorum zaman zaman. O ve onun kadınlığı sizin şiirinizde de dışa vuruluyor. Ne dersiniz? […]

‘Şiir bir hafıza toplayıcısı…’

Şair Duygu Kankaytsın, ‘Rağmen’ ismini verdiği ikinci şiir kitabını Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle okurlarıyla buluşturdu. Kankaytsın, kurduğu şiir dünyasında sokağa ve kadına dair politik duyarlılığa içtenlikle ev sahipliği yapıyor. Kankaytsın ile Rağmen’i ve şiirini konuştuk

► Sizi okuduğumda Sennur Sezer’in şiirini anımsıyorum zaman zaman. O ve onun kadınlığı sizin şiirinizde de dışa vuruluyor. Ne dersiniz?

Sennur Sezer üzerine daha önce yazmış olduklarımı anımsayarak ve tekrarlayarak onun şiiri üzerinden birkaç şey söylemek isterim: Sennur Sezer, Gecekondu (1964), Yasak (1966), Direnç (1977), Sesimi Arıyorum (1982), Bu Resimde Kimler Var (1986) ve Afiş (1991) adlı kitaplarının toplu basımının yapıldığı Direnç Şiirleri’nin önsözünde şiirlerinin içeriğine ilişkin şu saptamayı yapar: “Şimdi tüm şiirlerimi bir arada yayıma hazırlarken, bunların benim özel tarihimden çok, Türkiye’de yaşayan bir işçi kadının günlüğü olduğunu anımsıyorum. Sesini baskılara, kıyımlara karşı yükseltmeyi bilmiş, bireysel özgürlükten toplumsal özgürlüğe hep özgürlüğü istemiş bir işçi kadının.” Şairin saptaması alımlayıcıyı yönlendirmiyor değil. Şiirlere hangi pencereden bakılabileceğine yönelik işaretler bırakıyor. Sezer’in verdiği bu ipucunun, toplu şiirler sonrasında yayımladığı Kirlenmiş Kağıtlar (1999), Dilsiz Dengbej (2001) ve Akşam Haberleri’ndeki (2006) şiirleri de kapsadığını düşünebiliriz. Şairin ilk şiirinden bu yana her şiirinde toplum bazında kadın özneyi öne çıkarttığı görülebilir; ama ortak paydaya hayatın sürekliliğini sağlayan ve evrensel bir değer olan emeği koymakla; kendine ve şiirine ilişkin kavrayışını da açıklamış olur. Sezer emeğin savunucusu olunca; şiirlerde öne çıkan işçi kadın bütün işçileri; kafa ve kol emekçilerini; Türkiye ve dünyadaki tüm emekçi insanları kapsar.

Söz konusu Hayatçağıran ve Rağmen’i ise buradaki duyarlığa biraz yakın bulabiliriz. Ancak her iki kitabın da yöneldiği duyuş ve üslup açısından ayrıştığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bende ben’in tarihinden sen’lerin tarihine yönelik bir eleştirellikle dünyaya bakış var. Özellikle Rağmen için bu eleştirelliğin sınırı ben algısı ile onun benlik kurulumuna yönelik yansımaları içerir. Dünyaya bakan öznenin bilinçdışını serbest kullanımıyla bilince çekildiği yerlerdeki gerginlik alanlarını imler. Dahası Sezer ve onun şiirinde emeğin çok açıktan bir savunuculuğu varken, benim yazdıklarımda emek politik bir bakışın kendiliğindenliğidir sadece.

► Aynı zamanda sokaktan alınan bir güç var şiirinizde. Buna katılıyor musunuz?

Sanatın doğduğu yer sokak. Ritüellere geri dönüp bakıldığında, ateşin etrafında edilen danslar düşünüldüğünde, Ortaçağ’da kilisenin dışına çıkan mimus oyuncuları hatırlandığında bunlar görülebilir. Her çağda sanat, sokaktan gücünü almıştır. Özellikle çağdaş sanatın göstergesi sokaklardır. Hayat ile sanatı tekrar buluşturan tarihsel avangartları söylemeye bile gerek yok. Bugünün şiirini yazdığımı düşündüğümde sokaktan aldığım bir güç var elbette. Ancak sokak bununla sınırlı değil biliyorsunuz. Vapuru bekleme saatlerinden AVM’lerdeki kalabalığa, yemek yenilen mekânlardan çile çekilen trafiğe, izlenilen oyunlardan uğurlanan arkadaşlara kadar her şey sokaktır, sokaktadır.

► Türk şiirinin politikle kurduğu ilişki günümüzde ne düzeyde? Toplumsallık kendini şiirde de bireyselliğe mi teslim etti?

Bu ayrıştırmaları kendime yakın bulmuyorum. Bireysel olan toplumsaldır aynı zamanda. Eski Yunan’a da gitseniz, bugünkü dünyaya da baksanız böyle. Ancak bireyi toplulukla birleştiren şeyler önemli. Antik’te soyluluk, Ortaçağ’da dinsel kimlik, Rönesans’ta çatışan ruh halleri, postmodernizmle kamusallaşmışlıktan kurtarılan beden vs. Bu liste ve dolayımında bir sürü karşılıklar oluşturabilir. Önemli olan insanın kendisinin kayıp şehrini bulmak, ilksel olana, arkaik olana bakabilmeyi bilmek ve buradan bir ivmeyle şimdiyi güçlü kılmak. Bugün Türkçe şiir içinde de benzer şekilde diyebilirim ki yeni arayışlar odağında, günceli es geçmeyen, ironisi yüksek bir şiir söz alıp vermekte. Dolayısıyla şiir yine sokakta, bugünde, güncelde.

► Rağmen, şairin geçmişle arasında kurduğu yönden de güçlü bir resim sunuyor okuruna. Anı ve bellek ne kadar önemli sizin için?

Evet, dönüp bakmalarla, arkaya bakmakla yol bulur, yol değiştirirsiniz çünkü. Anı’nın şiire katkısı olduğu gibi şiirin zaten bir bellek mekânı olarak hayatımızda yer aldığını biliyoruz. Bir tarih algısının içinde yaşıyoruz. Orada çoksesli, çokrenkli, çokkişili benlerle hareket ediyoruz. Şiir de bir hafıza toplayıcısı olarak bunun bin bir yüzünü bize sahneliyor, sesliyor, parçalıyor. Bu kitap da olana, bitene, yaşanılana –rağmen, “zordur ama iyidir unutmadan yaşamak” dizesini yazdırdı.

► ‘Sağır Leyla’ bölümü Kitsch şiiriyle başlıyor. “Ben Duygu Kankaytsın” diyorsunuz. Bu nasıl anlam ihtiva ediyor?

Bunun cevabını verirken az konuşmak için imtina etmeliyim. Çünkü Kitsch şiiri semiyotik düzeyde bir çelişkinin ben’le ifşası olarak yorumlanmaya açık. Bu şiir ekseninde bırakılan boşluk ve akışkanlıksa kitabın okunması açısından bir kayıpharita.

► Jiyan ise bir erkek mukayesesi sunuyor başlangıcında. Öyle de devam ediyor. Bu bir hesaplaşma mı?

Jiyan, trajik yönü ağır basan bir şiir olduğundan hesaplaşmaya indirgeyemem. Bu türden metinleri hesaplaşmanın içinden yazmak ve okumak niyetimin uzağında. Ben bir parantez açtım kendi yazı alanımda. Bunu da kendi bellek ve zamanımın ötesinden daha uzaklara taşımayı denedim. Bir fenomenolojik yaklaşım olarak Jiyan, kendi sesini bularak, kendi sesine dönüşerek, kendi sesine uzaklaşarak yazılmaya çalışıldı.

► Nitekim Jiyan’ın 10. Bölümü de kitaba ismini veriyor. “Bekleyin kim sizi kurtaran / bir ben, onca insana rağmen” diyor kadınlara. Kitaba ismini veren ‘rağmen’ sözcüğünün nasıl bir arka planı var?

Rağmen bir yerlerde geçmiş olsa da, kitap adını aslında oradan almadı. Kitap yazılıp bende tüketildikten sonra Rağmen olarak karşılık buldu. Düşünüyorum da konuşmanın en şeffaf sorusu bu oldu. Söylediklerimin toplamında şunu eklemeliyim: Her kitap bir bakış sunar, bu da benim dünyaya bakışım –rağmen.