Şiir nasıl yazılmalı, sorusu için epey kalem oynatılmıştır. Eskiden yeniye pek çok örnek bulabilirseniz şöyle bir baksanız...

Bu kitapların bir bölümü el kitabı niteliğindedir. Ya da el kitabı gibidir. Amatör şairler, şiire yeni başlayan hevesliler bir solukta okuyup bitirirler. Sonra da ilk yazdıklarını artık şiir olduğunu düşünürler. Öyle ya, almıştır, eğitim, okumuştur el kitabını!

Bu tür kitapları ne Pir Sultan okumuştur ne de Yunus Emre. Zaten onların zamanında pek ortaya çıkmamıştı bunlar. O büyük şairler, “kitapsız” bir zamanda şiirleriyle dünyaya hükmetmişlerdir. Hâlâ hükmetmektedirler. Çünkü okudukları tek bir kitap vardı; insan kitabı!

Birkaç yıl önce Güney Afrikalı bir yazar ile şairler ve şiir üzerine konuşuyorduk. Yazar, ülkesinde işlerin giderek kötüleştiğini anlattı. İronik bir havada dedi ki, bu durumdan tek memnun olan taraf şairler! Güney Afrika’da 1994’te Apartheid rejimi “sözde” sona ermişti. Onlarca yıl çekilen acılar ve akan kan durmuş, renkler arasında barış sağlanmıştı. Ama bu barış, sınıflar arası bir barış değildi, Sonrasını hep birlikte yaşadık. Siyahi polis siyahi madenciye kurşun sıktı.

Irkçı rejimin en ağır biçimde işlediği zamanlarda beyaz olsun, siyah olsun yiğit yürekli şairler şiirle mücadele etmişlerdi. Barış zamanında bir dönem konusuz kaldı dedi Güney Afrikalı yazar. Ve artık şairlerin sıkıntısı bitmişti!

Nâzım’ın mutluğun resmi ile ilgili şiiri zamanımızda anonim bir söz haline gelmiştir. Oysa o şiirde anlatılan, Küba Devrimi ertesidir. O şiirde der ki Usta, “sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin/1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin/çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının/resmini yapabilir misin üstat/…” Şairin hası havadaki şiir buharını şiir yağmuruna çevirmesini böyle bilir işte!

Günümüzde bizim coğrafyamızda acının hükmü geçmekte hâlâ. Savaşlar, katliamlar, onca yıkım. Ama sanırım bizim ülkede şairler, çok mutlu ki, acının resmiyle keyiflerini kaçırmak istemiyorlar.

Başta dedik ya, “şiir nasıl yazılır” sorusu çok heyecan verici ve yanıtı da bulma hevesiyle çok iştah açıcı şehvetli bir sorudur. Peki şiir nerede yazılır? Nerede, ne zaman yazılmalı? Savaşlar bitince, acılar unutulmaya başlayınca, romantik bir anımsama eylemi midir yapılması gereken?

Şiir hayatın olduğu yerde vardır. Hayatın olduğu yerde, insan/şair yeni hayat tasavvurlarını yaratır. İddiası budur. Kim ne derse desin. Ama öncelikle hayat olmalı. Savaş ise hayatın karşıtıdır. Dolayısıyla, savaş, şiirin de karşıtıdır. Her savaş, (haklı savaşların içindeki yabancılaşma ve tersine dönme olasılığı dahil) aslında şiire karşı bir mermidir. Şiire karşı açılmış bir savaştır. Şair de kendisine karşı, şiire karşı açılan savaşta ön cephede kendisini savunmalıdır. O zaman şiirin nerede yazılacağı sorusunun anlamı ve önemi kalmaz işte…

Haftaya dize; “Annelerimiz, kirli bir hayatta temiz ekmeklerle büyüttü bizi.”