Nurgül Ulu, Melisa Gürpınar’ın şiirine verdiği yönü şu sözlerle açıklıyor: Sen şairsin; sende şair kumaşı var, ama öte yandan öykülerin çok can hıraş… Önce öyküye yönelmelisin, şiirle başlarsan öyküyü kaybedersin, ama şiir şairin peşini bırakmaz

Şiir, şairin peşini bırakmaz

cukurda-defineci-avi-540867-1.

Şeref Bilsel

Yazar ve şair Nurgül Ulu’nun ‘Hoyrat’ isimli şiir kitabı Hayâl Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Daha önce hikâye ve roman türlerinde de eser veren Ulu ile Hoyrat’ı ve şiirini konuştuk.

>>Yazı ile ilk buluşmanızdan, yazmaya neden ihtiyaç duyduğunuzdan başlasak…
Biraz çocukluğa, büyüdüğüm ortama dönmek gerekiyor bu sorunun cevabı için. Babam çok okuyan bir adamdı, annemin mutfakta, küçük başka bir dünyası vardı, sürekli bir şeyler yazardı. Tartışmalı dönemlerinde uzun süre küs geçirip hiç konuşmadıklarında evin duvarlarına şiir yazarlardı. Biraz aşık atışması gibiydi. Çok düşünülmüş değil... Doğaçlama metinlerdi. Belki de o doğallığından başka bir samimiyet taşıyorlardı. Bir çocuk için travmatik olabilecek bu tür şeyler benim için eğlenceli bir oyuna dönüşüyordu. Lisede yatılı okula başladım. Zaten içe dönük ve uyumsuz bir çocuktum; tüm sosyal çevremin ve alışkanlıklarımın değişmesi, kendi odandan bir yatakhaneye geçiş, özel alanlarını kaybedip ortak paylaşım alanlarının var olması, kendime bireysel ve özgür bir alan yaratmak için belki de, o dönemde yazmaya başladım. Kısa metinler, öyküler, şiir denemeleri, günlük, hatta işi abartıp kız arkadaşlarımın sevgilileriyle buluşmalarında aralarında geçecek diyalogları bile yazdığım oldu. Erkek kendi repliğini bilemeyince akış bozuldu ve bu çok uzun sürmedi. Lise eğitiminden sonra daha bilinçli bir yazma eylemi durumuna geçmem gerektiğini düşündüm. Bunun yollarını ve koşullarını ararken Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yazarlık Bölümü’nün sınavlarına katıldım ve sonrasında değerli üstadlardan 4 senelik kapsamlı bir eğitim aldım.

>>Öyküyle başladınız edebiyat serüveninize. Son kitabınız ‘Hoyrat’ ise bir şiir kitabı. Düz yazı ile şiir arasındaki belirgin farkların ortadan kalkmaya başladığı bu son dönemde, şiir sizde nasıl bir boşluğu dolduruyor?
Her şeyin temelinde bir hikâye var. Ben bir şiiri yazmaya bir düşünceyle başlıyorsam o olgunun, o duygunun oluşmasının bir hikâyesi vardır. Burada aslında karar verilmesi gereken şey bu hikâyenin anlatım biçimi. Senaryo, roman, öykü, tiyatro oyunu çalışmalarım da oldu, bir alanda durmayı değil, sanatın farklı alanlarında yüzmeyi seviyorum. Ama şiir ilk aşk gibi… Hem izi var hem de biraz benim için vazgeçilmez. Çünkü düz yazıda da öykülerimde de diğer çalışmalarımda da şiir yazan, şiir söyleyen ya da derdini şiirle anlatan karakterler hep oldu. MSM’de eğitim gördüğüm dönemde hocalarımdan biri de Melisa Gürpınar’dı. Dönem sonunda yazdıklarımızdan oluşan bir dosya vermemizi istedi; dosyamın içinde öykülerim ve şiirlerim vardı; dosyayı okuduktan sonra bana demişti ki; “Sen şairsin; sen de şair kumaşı var ama öte yandan öykülerin çok can hıraş… Önce öyküye yönelmelisin, şiirle başlarsan öyküyü kaybedersin ama şiir şairin peşini bırakmaz.”

siir-sairin-pesini-birakmaz-542750-1.

>>Son kitabınız ‘Hoyrat’ta birkaç şeyi bir arada buldum: ne söyleyeceğini bilen, buna uygun bir biçim yakalayan ve sözcük kadrosunu tesadüfe bırakmayan bir şair. Nasıl yazıyorsunuz? Şiire mi gidiyorsunuz, bekliyor musunuz şiirin kabarıp size görünmesini? Yazma serüveninizden söz açalım mı?
Her gün mutlaka oturup iki üç saat yazacağım gibi bir disiplin hiç edinemedim. Biraz dağınık bir kişiliğim var; masam, odam, kafam karışık ilerler. Bu dağınıklığı toparlayıp yeniden düzene sokup tekrar dağılabileceğim bir alana ihtiyaç duyuyorum. Elimin altında halihazırda dağınık duranı düzenleme ihtiyacı yazma eylemini doğuruyor, şiirin çatısı diyelim... Aradan geçen zaman da ilk andaki coşkusunu yitirdiği için kendi şiirime dışardan bakmamı, biraz yabancılaşmamı sağlıyor. Hoyrat’ta şiirin okunabilir olduğu kadar dinlenebilir olması gerektiğine de inandığım için, oyuncu ve aynı zamanda yazar olan yakın dostum Sinem Koyun Muştu’ya dedim ki; bak bu şiir dosyası bitti. Ama aslında bitmedi, son bir çalışma için sesine ihtiyacım var. Sinem, “sesim sende!” deyip şiirleri okumaya başladı, onun sesiyle bu olmamış, burada ses düşüyor, burada uyumsuz… diye diye son bir çalışmaya girip tamamladıktan sonra dosyayı yayınevine sundum. Bu disiplinde genel olarak şunu da yapıyorum, şiir ilk oluştuğunda sesli okuma yapıp, kendi sesimi kaydedip bir hafta on gün sonra dinleyip yeni bir çalışma başlatıyorum.

>>Uzun zaman İstanbul’da bulundunuz, son dönemde Bodrum’dasınız, gidecek bir İstanbul’unuz var şimdi. Oradan bakınca İstanbul’un dışında olmayı edebiyat üretimi açısından nasıl görüyorsunuz? Daha mı imkânlı yoksa?
İstanbulluyum. 6 yıl önce Bodrum’a yerleştim. İstanbul benim için gidilebilecek bir İstanbul olmaktan hep daha fazlası... Buranın karmaşasını, kaosunu, hızını seviyorum. Fakat hızla değişen bir İstanbul içinde mekân duygusunu yitirmiş bir kedi gibi kalakalmaktansa kendimi sevdiğim yeni bir mekâna alıştırmaya çalışıyorum. Herkesin özelinde bu sorunun cevabı farklıdır muhakkak ama bende gelişen bu ikili biriciklik durumunun sadece edebiyat değil sanat alanında da beni besleyen bir hal aldığını düşünüyorum. Bodrum’a yerleştikten kısa bir süre sonra, daha önce bir süre eğitim aldığım ama aklımda bir yerlerde hep olan resimle de yeniden ilgilenebilme fırsatı yakaladım. Edebiyat alanında bu 6 senelik süreye iki öykü ve bir şiir kitabı sığdığı gibi, iki solo resim sergisi ve birçok karma resim sergisine katılabilecek kadar bir üretimin içine girdim. Hoyrat yazılmaya ilk başladığı zamanlarda ressam dostum Burcu Erkal Salman’la şiir ve resmin birlikte olduğu ortak bir sergi projemiz oluştu. Bazı nedenlerle ertelemek zorunda kalsak da bu projeye olan coşkumuz sürsün, zaman tozlandırmasın diye, sergi için Burcu’nun yaptığı resimlerle şiiri kitapta birleştirdik.

>>Elektronik ortamdaki (sanal ortam) edebi faaliyetlerin şiire, düz yazıya bir katkısının olduğunu düşünüyor musunuz?
İnternet ve sosyal medya kullanımının halkın genelinde, edebiyata ulaşmasını kolaylaştırmış gibi görünüp özünde zorlaştırdığını söyleyebilirim. Öyle ki bilgi kirliliği havada uçuşuyor bu mecrada ve kafa dağıtmadan ötesine gidemiyor okuma eylemi; sahte şiirler, intihal, alıntılara özensizlik, kapış kapış satan sosyal medya fenomeni yazarlar... Bir yanda da artık basılı yayınların pek çok koşul altında ezildiğini gözlemlediğimde alternatif edebi eserlere, makalelere yine aynı mecradan ulaşabiliyoruz. Artık sanalın gerçeklik algısıyla eşleştiği noktada onu inkâr edemeyiz ve onun var oluşu üzerinden o dünyayı aydınlatacak ve oraya da daha çok ulaşacak açık ve uzlaşan çözümler aramalıyız.