Kaos Çocuk Parkı Sanat-Edebiyat Kolektifi 2008 yılında Lokman Kurucu’nun öncülüğünde kuruldu. Özellikle genç şair ve yazarların basım ücreti baskısı altında yok sayılıp “sektör”ün kapısından geri çevrildiği, tekelleşmiş edebiyat ve şiir yayımcılığını karşısına alan Kolektif, bugün geldiği noktada bizi “başka bir yayımcılık mümkündür”le tanıştırdı

Şiirde alternatif bir yayıncılık hamlesi

Şeref Bilsel - Yazar

Genel görüş, tarihte basılan ilk kitabın (M.S. 868) yedi sayfadan oluşan ve Buda’nın öğretilerinin öğrencileri tarafından yazıya geçirildiği düşünülen “Diamond Sutra”dır. Kitabın son kısmında şu not yer alır: “11 Mayıs 868’de, çok saygıdeğer ebeveynlerinin anılarını yad etmek için ücretsiz olarak dağıtılmak üzere Wang Chieh tarafından basılmıştır.” ‘Basılmış’ bu ilk eserin içindeki ‘ücretsiz’ vurgusu dikkate değerdir. Aradan yüzlerce asır geçti, söz üzerinden akıp gelen edebiyat kayıt altına alınmak için taşlara, papirüslere, kâğıtlara, elektronik ortamlara uğradı; ama en çok kâğıdı sevdi yazı. Kâğıtla uzun uzun dertleşti. Burada uçsuz bucaksız bir hâfıza edindi kendine, derinleşti, yayıldı. Edebiyatımızın kurucu metni olan şiirin bu hâfızanın oluşmasında önemli yeri var. Önce içe doğan, sonra ağızdan dil yardımıyla dışarıya savrulan sözün yazıya taşındığı ortam bugün ticari koşullarla çevrili. Kâğıt; yazıyı tamamlayan, kucaklayıp saklayan tamamlayıcı unsurlardan biri değil sadece; bir ölçü, değer ve ‘para’ birimi olarak da önemli artık.

Kâğıdın pahalanması nitelikli edebiyat ürünlerinin sahiplerinin hafife alınmasına da yol açıyor. Şiir, bu topraklarda en çok konuşulan, davranılan bir etkinlik olmasına karşı şiir kitaplarının muhatapları her zaman az oldu..

Bu memlekette, bir yayınevinin ismini taşıyan, yılda en az 200 şiir kitabı basılıyor; bazı yıllar bu rakamın 1000’e yaklaştığına da tanık olduk. Şiir kitapları büyük oranda ‘ücret’ karşılığı basılıyor. Her ne kadar bunun şiirin doğasına aykırı olduğunu söylesek de neticede yayınevleri ticari bir kurum. Çok az şair, şiir kitabı karşılığında sembolik de olsa telif almaktadır. İnsanla, zamanla, hayatla şiir üzerinden samimi bir bağ kurmaya yönelmiş ve belki ömrünü bu yolda harcamış insanların ‘para’ ödeyerek şiirlerini iki kapak arasına alması ne derece ahlâki? Bu soru da her dönemde farklı cevapları üzerine çekmeyi sürdürmektedir. Güçlü yayınevleri var, bazılarının arkasında bankalar, bazılarının ise gazete ve televizyonlar var. Bastıkları kitaplar kolaylıkla dolaşıma giriyor, kazanmasalar da ‘kültür-sanat giderleri’ başlığı altında Z raporlarına yansıyor giderleri ve vergilerine. Özellikle şiir yayıncılığı adına bir iki kez kooperatif, kolektif yapılar içinde yola çıkıldı, fakat hiçbiri beklenen sonucu vermedi. Nitelikli ürünler ortaya koyan ve bunları kitaplaştırmak isteyen insanları aradan kapitali çekerek karşılayacak bir oluşuma rastlamak imkânsız mı? İmkânsız değil, şiir hâlâ mümkünse, şiir kitabına para vermeden basılıp dağıtılması da mümkün olmalı. Şimdi özel, kararlı bir örnek olması bakımından size Kaos Çocuk Parkı Sanat- Edebiyat Kolektifi’nden ve buradan yayımlanan şiir kitaplarından söz açmak istiyorum.

Kaos Çocuk Parkı Sanat-Edebiyat Kolektifi 2008 yılında Lokman Kurucu’nun öncülüğünde kuruldu. Özellikle genç şair ve yazarların basım ücreti baskısı altında yok sayılıp “sektör”ün kapısından geri çevrildiği, tekelleşmiş edebiyat ve şiir yayımcılığını karşısına alan Kolektif, bugün geldiği noktada bizi “başka bir yayımcılık mümkündür”le tanıştırdı. 2013 yılında, kendi köşelerinde şiir ve edebiyata emek veren şair ve yazarların okurlarıyla buluşmalarını sağlamak için Fanzin-kitap girişimini başlattı. Onlarca gencin kitaplarını fanzin biçiminde yayımlayıp 81 ile dağıtımını sağlayan kolektifin bu girişimine Pınar Selek, Sırrı Süreyya Önder, Cezmi Ersöz, Altay Öktem, Cihan Oğuz gibi bilinen isimler de birer dosya göndererek katılım sağladı. Böylelikle hem nitelik hem yaygınlık hem de süreklilik açısından eşine az rastlanır büyük bir fanzin oluşumunu inşa etti. Şiirin doğuşuna ve doğasına uygun bu tutum, geniş çevrelerden ilgi gördü. Zamanla Fanzin Girişimi ile yetinmeyen kolektif, Kaos Çocuk Parkı Dergisi, Heroinstar, Morg, Rüya Senaristi ve Kürtçe edebiyat dergisi Bizot’u çıkararak kapalı edebiyat çevrelerinin, kanonik yapıya sahip dergilerin kabul etmediği kalemlere serbest bir kürsü gibi kendini sundu. Bu tam anlamıyla içten, sivil bir kalkışmaydı. Yazılı metnin ücretle değil içtenlikle tartıya vurulduğu bu kolektif ortam zaman zaman eylemliliğini sokaklara taşıdı. Birçok sokak etkinliği yaptı. Böylece edebiyatla sokağı, sözün doğal akışının hiçbir kesintiye uğramadan sürdüğü mekânları birleştirdi. Yazdığı ile yaşadığı arasına mesafe koyan; teorisi ile eylemi ayrı sularda yıkanan kimi şair yazarlar da bu eylemlerden payını almakta gecikmedi. Bu bütün edebiyat ortamını muhatap alan bir temenniden teklife yönelmekte gecikmedi.

2018 yılına gelindiğinde, çoğu genç kalemlerin ürünü olan 23 kitaplık Kaos Çocuk Parkı Kitaplığı ile bu kararlı yürüyüşün tesadüf olmadığını ortaya koydu. Bütün bunlar yapılırken para, lira ve kuruş cinsinden yayıncılık adına tedavülden kaldırıldı. Aynı yılın Haziran ayında da kendi yayınevini kurarak “resmi” yayın hayatına başladı. Yayınevi, kolektifin kuruluşundaki anlayıştan ödün vermeden ücretsiz kitap basımı politikasıyla, piyasalaşmış yayımcılık dünyasında bir kenara atılan, kimlikleri veya ekonomik durumları üzerinden ötekileştirilmeye çalışılan şair ve yazarlara hareket alanı oluşturmak amacını sürdürüyor. Kaos Çocuk Parkı Yayınları iki aylık kısa bir zaman diliminde 11 kitap yayımladı. Yıl bitmeden bu sayı 40’ı bulacağı ifade ediliyor. Kaos Çocuk Parkı’nın arkasında bir kurum, banka, belediye yok; edebiyat sevinci, şiir coşkusu ve haksızlığa uğrayanlardan yükselen çalışma enerjisi var. Şu ana dek yayınlanan kitaplar: Ahmet Aslan’ın Her Şey Bir Taşla Başladı isimli deneme kitabı, Genişletilmiş baskısıyla Metin Fındıkçı’nın Çağdaş Arap Şiiri Antolojisi, Koray Feyiz’in 2000’li yıllar Türk şiirini merkez alan son inceleme çalışması Şiirden Sesler Korosu’nun yanı sıra, şiirler var elbet. Şimdi, tadımlık da olsa o şiir kitaplarından birkaç dize paylaşalım. Edebiyat paylaşılandır elbet, belirli engeller, bariyerlerle yok sayılamaz.!

Şiirimizde bir kişilik oluşturmuş, dünyaya şiirin içinden bakan ve her kitabıyla bize taze dokunuşlar getiren Hüseyin Peker’in “Engel-Siz” kitabını üç kez okudum. Sıkılmadım, her seferinde yeni bir kapı açıldı bana: “ah toprak! Hiç yanılmadın/ her gece yatağına aç giren birinin/ bembeyaz dişlerini göstererek gülmesini/ ne gizledin, ne gösteriş saydın.”
Salih Mercanoğlu; adı anılınca yanı başında resim, roman, çocuk edebiyatı belirse de bütün yapıp ettikleri saf, diri bir şiirden alır mürekkebini. Ben Mercanoğlu gibi çok az insanın hayatını karşılıksız şiire, sanata vakfettiğini gördüm. Ne yazsa hayatıyla beraber şiirin dairesi içinde okunur. Okunmalıdır. Neyin şiire girmeyeceğini “Aşk Uzun Şiir Kısa” kitabıyla yeniden görünür kılar: “gölün sakin yüzünde/ taşın sektiği anı koruyalım/ bir kez daha: şiir kısa!”

siirde-alternatif-bir-yayincilik-hamlesi-520443-1.

Cihan Oğuz’un “ Allah’ın Sol Yumruğu” şiir serüvenini zekâsı, hinliği ve samimiyetiyle toplu/ tüfekli hâlde adlandıran bir kitap sanki. ‘Rüya görmek isteyen bile uyanık olmak zorundadır’ sözünü haklı kılan bir dikkat ve toplumsal olanının dışında kalmama içtenliği var onda: “Rüzgâr yakışmaz, yağmur eskidir, çiçeklerse kupkuru…/Sonra yitirilen ne varsa ad olur çocuklarımıza/ Umut, gül, onur, bahar, anı, devrim.”

Mazlum Çetinkaya; şiir yazmaya başladığında KHK’lar yoktu; çok yürüdü, ders verdi, okuldan çekilip alındı. Çocuklar için 7 güzel kitap yazdı. Aynı hikâyeyi on kez anlatsa yeni bir şey dinlediğinizden şüphe etmezsiniz. Yazıdan önce söz işlemiş onda. Hâr’dan geldi; baştan ayağa hâtıralardan oluşmuş bir sözlük gibi açıldı sevgilinin bahçesine “Repesa” ile.

“bir yara olur açarız seninle, yara gül olur/ gül olup sonra susarız”

Ahmet Çakmak; bize, şiir üzerinden doğu’nun kederini okumak düştü. İyi şairler geldi bize oralardan. Sadece acıya, mateme meyyal oldukları için değil; kendi kişisel tarihleri ile edebiyat arasında sahici bir yol bulabildikleri için. Ahmet Çakmak da onlardan, içeride bulunmuş, kazmadan bulunmuş bir şiire ses olmuş “İki Dilde Kederlenmek” kitabında: “ ve her gölge/ Meskenini tutmuştur kendi uzunluğunda/ ama hiçbir yer hiçbir kimsenin değildir”

A.Galip; bir kulağı halk şarkılarında, diğer kulağı kentin kaosunda. Bu iki ırmak bir yerde birleşiyor ve dışarıda olup biteni, gerçekten söylemek istediğiyle birleştiriyor. Herkesin yaşadığı, duyduğunu, aşkı merkezine alarak yeniden biçimliyor ve bizi bakılacak yerlerden geçiriyor, isyan duygusunu diri tutarak “Elimde Çürüyor Elma” kitabıyla: “ Ah kurtuluş nerde bizi kim bahtiyar kılacak/ Kalbin pasını eritmeyen şiir sahtedir/ Sözü vicdanında duymayanlar utansın”
Esat Şenyuva; Bazı şiirlerinde birkaç şiire yetecek kumanya var. İçten yazıyor, dışarıda bulunmuş bir şiir değil; şiiri esinlendiklerinde, belli hayranlık dairelerinde bulmuyor; kendi hayatından çıkartıyor. Son dönemde okumaktan zevk aldığım, okurdan önce şiiri ve hâtıraları düşünen bir yolcunun “Hiçlik Yokuşu” gerek adıyla gerekse içeriğiyle samimi okurların dikkatine değmesi gereken bir kitap: “ Kara zamanlarında ömrümün/ Sarışın bir protestan gelip/ Unutulmuş hazların sırlarıyla/ Soyadımı ikiye bölerek gidiyor”.

Hicran Aslan; İnsan bazen, ‘iyi ki yazmış, böyle yazmış’ der mi? Ben dedim. İlk kez karşılaştığım bir kitaptan bana sökün eden yoğun söyleme isteği, bu isteğin bir şiir yükünü kaldırması ve içselleştirilmiş bir yazgının yazıya ustalıkla devredilişi. Bir olgunluk kitabı gibi okudum. Kalacaktır böyle sesler; seslenemeyenlerin üzerinden ses verecek sesler. Bazı şiirler dört beş şiir olabilirmiş hissi de var yazdıklarında. “Dışarısı Mağara Kaç” hayatın şiir üzerinden, sentetik bir söyleyişe düşmeden, ama insana düştüğü yeri gösteren bir güzel kitap. Bazen bir dize bir kitabın önsözü gibi açılır önünüzde: “öpeyim geçsin dercesine yağdı yağmur”

Hakan Unutmaz ; Bildiğimiz şiir dilini, konuşma dizgesini sabote ederek yürüyen ve buradan ‘yeni’ bir söyleyişe ulaşmak- belki de ‘yeni’ dediğimiz şeyi tekrar yıkmak isteyen- genç bir arkadaşımız. Ne yapmak istediğini anlamam, ne yaptığını anlamam anlamına gelmez elbet. Şiir, tabii ki biraz da cür’et işi. Kopmak lazım eski kavimlerden, ama nerede oturduklarını, neyi koruyup gözettiklerini bilerek yapmalı bunu.. Hakan Unutmaz, zor olanı deniyor; bir dokunuşla şiir ortamının içine dökülebilir, yapmıyor. Bazen şiirde ‘yapmamak’ yapmaktan iyidir. “Kırkı Kundakta Cenin” imkânlı bir kitap şiire doğru, ama ‘mümkün’ mü? “zorunlu olarak size şarkılar aktarıyorum/ hiçbir minareden duyamayacağınız”
Dilek Değerli; “Zamanın Kayması” adlı kitabınızın adı güzel. Yazdıklarınız; sizi iyi bir öykücü olma yoluna sokabilir.

Yazdıklarınız ‘sıfatlar’dan okunmuyor; gözüküyor: ilk şiirinizin ilk dizelerini okuyalım: “Zaman Kayması” adlı kitabınızdan: “kuyular sarı çiçek tozu/ sis yağmuru başımızın içinde/ yaşlı bir kadın yatışında/ üzerine düşer Kızılderili tüyü” şiirden ziyade öykü dili baskın sizde.

Murat Esmer; ilk kez şiirlerini okudum. “Ahraz Alfabe” kitabı bana, öyle uluorta değil, kendi değerleri, tenhaları, kaybettikleri içinde – evet, kazandıkları değil; kaybettikleri içinde- şiiri bulmuş ve oradan seslenmiş birini getirdi. Şiirlerde çok fazla ‘dize’ var; çok olunca bu dizeler ‘cümle’ gibi okunuyor. Bunlardan kurtulmak lazım. Şiire ne girdiği kadar ne (yin) girmediği de önemli. Çok güzel dizeleriniz sadece sizin için değil okurlar için de heba olmasın lütfen! “ o mavi rüzgar dağın kendine uzak gölgesi/ denizin ağacı büyüdü durdu mayıs’ta”

Şiiri, kitaplar değil; insanlar yaşatır. Sürünür ama konuşur, ses verir. Nasıl ki acısını, sevincini muhatap bulmasa da sürdürebiliyor insan, öyle! Ne diyorduk: Evde kâğıt varsa her şey olabilir.