Haydar Ergülen: Şiirin zorluğu aslında keyifli oluşudur. Onunla ne yapıyorsunuz? Onunla didişiyorsunuz, boğuşuyorsunuz, barışıyorsunuz, küsüyorsunuz ama temelde sevgiyle birliktesiniz onunla. Hep sevgi ilişkisi; daha doğrusu aşk ilişkisi var

Şiirdeki aşk gerçek hayatta yok

SERAP ÇAKIR

Aylar olmuş, önce şiirlerini sonra da çok sevdiği kardeşi Halil’i kaybetmiş bir şair vardı karşımda. Üstelik herkes büyük büyük laflar edip, koca köprüler, devasa binalar, böbürlenerek yollar yaparken, “öyle küçük şeyler” söylemek istemişti son kitabında. Ülkenin hali ortada, şiir mi konuşmalı yoksa siyasete mi bulaşmalı? Haydar Ergülen’den okuru en çok neleri duymak isterdi, neleri merak ederdi? İşte benim keyifle yaptığım o söyleşi. Aşk ola, şiir ola…

>>Haydar Ergülen’in “Karşılığını Bulamamış Sorular” ilk şiir kitabı, 1981. İlk kitabından bu yana nasıl bir yolculuğu oldu? Zor mu, uzun mu, yorucu mu, çetrefilli mi?
Yok, çok keyifli oldu. Ben şiiri arkadaşım gibi gördüğüm için, yoldaşım, çocukluk arkadaşım gibi o yüzden birlikte yaşıyoruz. Beraber yolculuk yapıyoruz. Tam olarak böyle düşünüyorum. Şiirin zorluğu aslında keyifli oluşudur. Onunla ne yapıyorsunuz? Onunla didişiyorsunuz, boğuşuyorsunuz, barışıyorsunuz, küsüyorsunuz ama temelde sevgiyle birliktesiniz onunla. Hep bir sevgi ilişkisi; daha doğrusu aşk ilişkisi var. Tabii şiirdeki aşk, gerçek hayatta yok. O yüzden gerçek hayatın şiir aşkıyla yaşanmasını dilerdim.

>>O yüzden mi şiirlerde dizelerin altını çizip çizip duruyoruz acaba?
(Gülüyor) Çünkü orada çok aşk var. Aşkın sonsuzluğuna, bitmezliğine dair insanın dilekleri, arzuları var. Tabii onu gerçek hayatta, şiirdeki kadar yapamıyoruz.

‘Derelerin kardeşliği sirkleri de yıkacak’
>>Gezi, gençlerin birbirleriyle dayanıştıkları en büyük olaylardan biriydi herhalde değil mi?
Son tecrübeydi tabii. Son gençlik tecrübesidir Gezi. Yani insanın genç olduğunu hissettiği, ihtiyarların da genç olduğunu hissettiği, eskiden benim gibi kendini genç hissedenlerin, devrim için çabalayan insanların, tekrar kendini son kez bir kere daha gür bir şekilde genç hissettiği dönemdir Gezi.

>>“Derelerin kardeşliği sirkleri de yıkacak / içerde dışarıda kafesleri parçala” diye biten bir şiiriniz var. Bu ülkede, biz nasıl bu kadar ayrışıp, bu kadar parçalı ve birbirine farklı dünyalardan bakar hale geldik?
Eskişehir’de yetiştim, orada doğdum ve büyüdüm. Liseye gidinceye kadar orada yaşadım. Eskişehir’de doğduğum, büyüdüğüm ve yaşadığım mahalle neredeyse bütün Türkiye halklarının şimdiki küçük bir örneği gibiydi. Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, göçmenler, Tatarlar, yerliler, Çingeneler, Abdallar, Türkiye’de olabilecek bütün kesimler vardı. O mahalle, tam olarak birlikte, barış içinde, özgürce yaşayan bir mahalleydi. İnsanlar Ramazan’da camiye de giderlerdi, teravih namazı da kılarlardı, diğer aylarda içki de içerlerdi. Bu çok klasik bir şey, bir geyik haline geldi ama bu geyik dedikleri şey meğer aslında bizim temelimizi oluşturuyormuş, güvencemizmiş.

Bir sözünüz var oradan gidelim isterseniz. Şöyle diyorsunuz bir şiirinizde: “Hatta yaz da yok artık/ sadece yas var hayatımızda” Bu dizeleri, işte Suruç’tan Reyhanlı’dan başlayarak giden ve en son Reina’ya ulaşan bir yas hali olarak da okumak çok mümkün.

Reina meselesini, zaten göz göre göre yaptılar. Bu o kadar bariz bir durum ki. Sokaklarda yılbaşına karşı bildiriler dağıttılar, milli eğitim müdürlükleri öğrencilere yılbaşını kutlamayın diye bildiri yayımladı. Diyanet İşleri yapacağını yaptı zaten, gayrimeşru diye ilan etti. Televizyonlar ayrı… Şimdi diyorlar ki dış mihraklar. Tamam, dış mihraklar da olabilir ama iç mihraklar da önemli. Sırf dış mihraklara bağlamak korkunç bir tespit. İç mihraklar ne olacak?

>>Hocam kızmazsanız bir şey soracağım. Bu şairlerdeki mavi takıntısı nedir?
Başkalarınınkini bilmiyorum ama benimki aslında sadece mavi değil. Hatta bir şiirimde vardır, Üzgün Kediler Gazeli’nde, mavi aynı zamanda kırmızı anlamına da gelir benim için. Yani “sadece bir renk değil” diyor ya Edip Cansever, “mavi huydur bende” diyor. Evet, mavi bende de aslında bir hal, bir durum oldu. Bir renkten fazla bir şey oldu. Açıklık oldu, iyilik, doğruluk, merak, şaşkınlık güzellik, tabiat oldu. Gençlik oldu tabii en çok. Mavi bende insanın kendisinden çok başkası olması duygusu galiba.

‘Aşk da öyledir, nerede kaybettiğini hissedersin’
>>Son sorular artık. Biri, bu kitabın oluş hikâyesiyle ilgili. Kayıp defterler var ortada ve bu kitap onlardan bağımsız ortaya çıkıyor. Nasıl oldu?
Benim bu ikinci kaybım defter olarak. Yedi sekiz sene önce de, Antalya’da bir şiir toplantısına gittiğimde defterimi kaybetmiştim. İçinde şiirler, öyküler, notlar vardı. Altı ay şiir yazamadım. Bu sefer de, 2016’da Fransa’da bir kitabım yayınlanmıştı, Paris’e gitmiştim. Dönüşte Amsterdam’a uğradık. Eşim ve kızımı da götürmüştüm. Eşimin abisi yaşar Amsterdam’da. Onlar durmadan gezdi, ben de durmadan yazdım. Defterin yazacak yeri kalmadı, kıyılarına kadar yazıyorum. Son gün, 1 Mayıs günüydü, dönüyorduk, yine önceki gibi havaalnında bir yerde düşürdüm defteri. Akşam oldu, eve geldik, çantayı açtım, her zamanki gibi, bir sürü defterim var bu arada 30–40 tane defterim var. Fakat bu şiirleri ona yazıyordum. Elimi attım, bulamayınca anladım. Öyle olur ya bulamayınca anlarsın, gitmiştir. Bir daha da nafile.

Ben hissetmiştim. İnsan hisseder nerede kaybettiğini. Aşkta da öyledir ya nerede kaybettiğini hissedersin aslında ama sürdürürsün. Defter de öyle oldu. Fakat kardeşim hastaydı dedim ki “kardeşim hasta defteri falan düşünmeyeceğim, ister gelsin ister gelmesin.” Kardeşimi de kaybettim bu yaz, defter de gitti.

Ona bir şiiriniz de var kitapta.
Var evet, Halil üçüncü kardeşim. Şimdi onun için bir kitap yazıyorum. Kardeşi ölen bir adama benziyor muyum? diye bir şiir kitabı yazıyorum. Defterlere yazıyorum yine bölük pörçük.
Bu kitabın bir güzelliği de herkes büyük büyük laflar ederken, koca koca köprüler, devasa binalar, yollar yapmaya uğraşırken bir şairin çıkıp “öyle küçük şeyler yazdım” ben demesi.
Galiba sonuç olarak insan öyle büyük şeylerden dönüyor sonunda da. Sadece benim için değil, sadece şairler için de değil, aslında herkes için geçerli, insanın bir döngüsü olarak yani. Ben büyük laf söylemeyi, büyük şeyler düşünmeyi sevmem zaten. Benim tabiatıma aykırıdır. Burada galiba başlangıçtaki, niyet ettiğin ya da niyet etmen gereken şeye dönüyorsun diye düşünüyorum.