Bir başkasının yazdıkları üzerinden yazmamaya dikkat ediyorum...

Bir başkasının yazdıkları üzerinden yazmamaya dikkat ediyorum. Yoksa, üç bin vuruşluk haftada bir köşe yazısı yetmez olacak. Her gün binlerce vuruşluk yazı savaşları içinde bulacağım kendimi.
Ne var ki arada bir bu kuralı ihlal etmek zorunlu oluyor. Hele konu şiir olunca!

Sevgili arkadaşım Hüseyin Alemdar’ın bir yazısını okudum internet ortamında.  Alemdar, Ahmet Hakan’ın yazısında “Galiba şiir öldü” saptamasına fena içerleyip, karşılık vermiş.
 
Ahmet Hakan 9 Ekim tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısının bir bölümünde şiire değinmiş. Edip Cansever, Cemal Süreyya, Atilla İlhan, İsmet Özel, Can Yücel, Ece Ayhan, Turgut Uyar ve Sevgi Karakoç’un adlarını saygıyla anmış. Sonra “Ama galiba bitti bu iş. Galiba şiir öldü.” demiş. Nobel’in bir şaire verilmesi için de “ölü yüzü pudralamak” sözünü kullanmış. Yazıda, yeni şiirin yokluğundan, yenilerin eski gibi olmasından filan söz etmiş.
Sevgili şair kardeşim Hüseyin Alemdar bu yazıya bir şair olarak içerlemesini anlarım elbet. Tepkisini de anlarım.
Ahmet Hakan, ampirik ve kişisel/öznel gözlemlerine dayanan bir değinide bulunmuş. Üstelik bu yazı, köşesinin tamamını ayırdığı bir konu olmayıp, “Köstebek” konusundaki fikri takip girişinden sonra bir ara başlıkla saptamasını dile getirmiş. Malum, Nobel sonrası, güncel bir konu…
 
Şiirde yenilik, eskilik tartışmasında, andığımız yazının bağlamı dışında bir yaklaşım ve argümana gerek vardır; bunu bir kenara koyalım.

Alemdar, şiire dışarıdan/karşıdan bakış ürünü bir özet yaklaşıma şair duyarlılığıyla tepki gösterirken, kendisi de dışarıdan bakma yanlışına düşüyor. Kestirmeden söylemek gerekirse şiir için asıl tehlike budur: Şiire dışarıdan bakıp, içeridekine tam içerden gibi bir tanı koymak! Bu yaklaşım şiiri öldürmese bile yatağa düşürür.
Ahmet Hakan’ın yazısına, başkaca değerli şair isimleri ile karşı çıkmak, öznel çizgili tek ayak yürümektir!

Dilin fosili şiirdir
14 Ekim tarihli “Cumhuriyet Bilim-Teknoloji” dergisinde Timur Karaçay dil üzre yazısında, “dilin fosili yok” diye yazmış. Dilin fiziksel anlamında fosili yoktur. Ancak, dilin fosili şiirdir. Eski zamanda bize gelen bir şiirde, şiirin yazıldığı dönemindeki dilin en katkısız, en üst haline, dilin tüm katmanlarına ve özelliklerine inmek olasıdır. Bir çeşit şiirsel-dilsel yapı çözümle.  Dile, doğal olmayan bir müdahaledir şiir. Entelektüel ve insani bir müdahale. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse insanın yeni olana ulaşma derdi içinde gizeme ve serüvene yönelmesine benzer. Böyle olduğu için, yani dile doğal olmayan bir –zorunlu- müdahale olduğu için her dönemde normal/olağan dilden ayrı bir düzlem de yer alır şiir ve şiirin içerdiği, taşıdığı dil. İşte, yeni/eski tartışması başka başlıklar yanında, bu civarlarda da yapılmalıdır.

İki ampirik yaklaşımdan (Hakan/Alemdar) “hangisini seçerseniz” gibi, test pedagojisinin kıraç deneyimleri ile uğraşabiliriz elbet. Ama dışardan bakarsak.
 
Haftanın dizesi; “Eski acıları ezberleyerek yeni bir aşka hazırlanıyorum” (Olcay Özmen, sensiz üç yağmur, Varlık)