Şiirin meyvesi biz mevsimi

"Bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin,
bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan,
yeni bir başlangıç vardır…*



“İnsanın kendine yabancılaşmasının en etkin panzehiri, üretken olmanın yanı sıra ‘okumak’tır.” diyor şair Metin Altıok. Şüphesiz kendine yabancılaşan en başta kendinden başkalarına kör, yanı başında olup bitene kayıtsızdır. Toplumsal değerlere, bir arada olmanın, paylaşmanın ve dayanışmanın üretkenliğine de yabancı olduğu kadar düşman ve yok edicidir. Metin Altıok’un sözüyle devam edecek olursak; “okumak da bir çeşit duygu ve düşünce üretimidir.”

Düşünce üretimine, tüm duygulara düşman günümüz iktidarının karanlığı düşünceyi, düşünen insanı boğmaya devam ediyor. Güzel olan her şeye düşman, çıkara dost ve alabildiğine zalim. Tüketimden başka keyif bilmeyen ve üreteni de bu keyfi için kendi kölesi olarak algılayanların elbette okuyan ve üreten beyinlere düşmanlığı şaşırtıcı değil. Tarihin en karanlık devirlerinde olduğu gibi yakılan, yok edilen kitaplar, bu kitapların bedel ödetilen yaratıcıları ve tek suçu okumak, bilmek olan insanlar bu gün de kitaplarla, şiirle meselesi olan zalimin hedefinde.


Bu döngü içinde hiç de tuhaf değil bu ülkenin yakılarak öldürülen, susturulan şairlerinin dizelerinin zalimin mahkemelerinde yargılananların şanlı savunma metinlerinde yer alması. Çünkü Metin Altıok’un işaret ettiği gibi “şiir devingen ve değişken, her seferinde tek ve özgün olan çok özel bir varoluş biçimine sahiptir. Bu özellik başka şairlerin şiirleri için olduğu kadar aynı şairin şiirleri için de geçerlidir. Şiirle her karşılaşmamız bir öncekinden farklı, yeni bir karşılaşmadır. Bunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak ve şiire önyargısız yaklaşmak gerekir.” Şiir okuyanlar, şiirden beslenenler o devingenlikle şiirleri yaşamlarına, varoluş biçimlerine özdeş görür ve kendi okumalarıyla, alt anlamlar bulur, boyut katarak yaşarlar. Kendileri ile yabancılaşmadıkları gibi, yabancılaşmayla, yozlaşmayla savaşırken kimi zaman şiirlerle ya da şiirlerden etkilenen eylemleriyle yeni şiirler yazarlar. Şiir gibi yaşarlar. Türküler, şiirler yanmaz, yok olmaz; ne şairler susar ne şiir. Adalet savunucularının, adaleti tesis etmek ve sürdürülebilir kılmak için şiire başvurması, ya da zaten karanlıktan beslenerek güçlenen muktedire karşı yılmadan sözünü esirgemeden cesaretle karşı çıkan hak savunucularının şiirlerle direnmesi ne kadar olağansa kötülüğün elçilerince şiirlerin iddianamelere taşınması, suç ilan edilmesi de o denli olağan.

Canan Kaftancıoğlu düşünceleriyle yargılanan ilkeli siyasetçilerden, yaşamı şiir gibi yaşayanlardan. Bu ülkenin tüm acılarını duyumsayarak sadece üzülmekle yetinmeyip cesaretle tavır koyanlardan. 7 yıl evvel Gezi direnişinde öldürülen çocuklarımızın hedef alınışına, cinayetlerin, kıyımın, katliamların adaletsizliğine itirazını kimi zaman sert bir eleştiri diliyle, kimi zaman dönemin ruhuna uygun bir çıkışla kimi zaman ironiyle ve dizelerle dile getirdiği tweetleri ile önce hedef gösterildi. Sadece kutuplaşma ve nefret kültürü üzerinden baskıcı bir iktidar kuranların hedefinde kalmadı alabildiğine “tahrik olma özgürlüğü” sağlanan, toplum bekçiliğini görev edinmiş örgütlü kötülüğün sokaktaki saldırgan neferleri, twitter’daki trolleri, medyadaki yandaşları tarafından günlerce saldırıya uğradı. Gıyabında cımbızlanan tweetler’i ve söylemediği sözlerle karalandığı bir televizyon programında özenle üzerine giydirilmek istenen “teröristleri kutsama”, “terör propagandası yapma” ithamlarını reddetmek üzere bağlandığında babamın “sağır kulağa sözüm yok, köre ne göstereyim” dizeleriyle yanıt vermiş ve yaşamı boyunca karşısında olduğu şiddet kültürü ve terör ile ilişkilendirilmesi karşısında itirazını net, alabildiğine mağrur ve zerafetle dile getirmişti. Daha önce de KCK iddianamelerinde doğuda 10 yıl sürgün geçirdiği öğretmenlik yıllarında tanık olduğu barbarlığın, ayrımcılığın, Kürt düşmanlığının acısıyla yüreğinden dökülen dizeleri eşitlik ve adalet arayanları cezalandırmak üzere “suç delili” olarak sunulan babamın dizeleri bu kez de yine Canan Kaftancığolu’nun ve Metin Altıok’un kim olduğunu ya da sözlerini doğru algılayacak ve yorumlayabilecek bilgi ve birikimde olmayan “kör ve sağır” maşalarca iddianameye taşındı. İsmi Metin Altınok olarak yanlış yazılarak.

“Şiirin bir söz sanatı olduğu bilinen bir gerçektir. Çünkü şiir iletişim aracı olarak sözcükleri, yani genel olarak dili kullanır. Dili kullanırken de kendine özgü bir üst-dil yaratır. Bu üst-dil günlük dilden çok farklı, incelmiş ve başkalaşmış bir dildir. Şiir anlam ya da duygu yükünü bu üst-dil aracılığıyla aktarır okuruna. Kendisiyle okur arasında bu dile dayalı bir köprü kurar. Duygu ve düşünce akışını bu köprüyle iletir okura.Şair ise sözcüklere yüklediği görselliği okurun imgeleminde canlandırır. Çünkü genel olarak sanattan anlamak sanatsal bir inceliğe sahip olmayı gerektirir.”**

Canan’ın suçu yaşama iyilikten yana bakmak. İç dili, duygusu olan samimiyetle doğrular için savaşan biri olmak. Şiirle direnmek. İstanbul seçimlerini iki kez kazanacak kararlılıkta, mücadeleci, disiplinli bir çalışma yürütmek. Kanıksanmış siyasi tutuma, statükoya, iç dengelere, klişelere, mevcut sistemin baskılarıyla dayatılan düzenin karşısında durmak yerine düzenin diliyle kazanmaya çalışan anlayışa da direnen, solun ahlakı ve değerleriyle başarıyı örgütleyen bir anlayışa öncülük etmek. Kazanmak ama başarıyı kendine mal etmeyecek kadar olgun ve örgüt bilincine sahip olmak. Emek hakkını korumak. Dayanışma kültürüyle başarıyı, başarılanı birleştirerek kalıcı kılacak örgütlenmeyi sağlayabilecek tutarlılıkta olmak. 31 Mart seçimini aldıktan sonra Canan Kaftancıoğlu “Biz Mevsimi başlıyor demişti. “Biz mevsimi, diğer hiç bir mevsime benzemez, herkesin özgür fikrinden oluşan bir havanın hakimiyeti vardır biz mevsiminde.” Biz mevsimi yıllardır yarılan, ötekileştirilen bir toplumu bir arada tutacak olan, Gezi Direnişi’yle birlikte gerilemee başlayan AKP iktidarının karşısında Adalet Yürüyüşü’yle perçinlenen ve son seçimlere damga vuran eşit ve barış içinde yaşama halini tarif ediyor. Yani kendisini hedef almadıkça düzenin yanlışlarından nemalanmakta beis görmeyen konformist bel kemiksizleri, yandaşları ve muktediri rahatsız eden, onların iktidarına son verecek olan iyilik halini. #ŞiirSokakta, #ŞiirMecliste, #ŞiirYaşamda diyenlerin, şiirlerle büyüyen, düşünen genç nesilin aydınlık geleceğini tarif ediyor.

Canan Kaftancıoğlu’nu rahatsız edici bularak karalamak isteyenlerin hizmet ettiği “kör ve sağır” iktidarın onu yargıya taşıyarak cezalandırmak istemesi de işte biz mevsiminin korkusudur. Seçimlerde kaybedilen itibarları ya da kimi mevkiler için değil iktidarı ve daimi rantı ellerinden kaçıracaklarını bilmenin verdiği korkuyla toplumda her sorgulama ve ses verişi, dayanışmayı yok etmek isteyenler Canan Kaftancıoğlu’nu usulsüz ve hukuksuz mahkemelerinde 9 yıl 8 ay ve 20 gün ile cezalandırdılar.


Bu cezanın ardından başta sanatçılar olmak üzere ulusal ve uluslararası boyutta bir çok sivil toplum kuruluşu, siyasetçi ve aydın sinmek şöyle dursun kararlılıkla bu adaletsizliğe, düşünce ve ifade özgürlüğünün yok sayılmasına, hak ihlaline karşı destek açıklaması yaptı. 291 sanatçının dayanışma için verdiği imzanın yanı sıra PEN Türkiye bir açıklama yayınladı.

“Bazıları şiir yazar. Bazıları şiir okur.
Bazıları şiir olur!
Fazla söze gerek yoktur.
Canan Kaftancıoğlu sözüyle, eylemiyle,
itirazıyla, yüreğiyle çoktan şiir olmuştur.
Pir Sultan’dan Nazım Hikmet’e şairler
asılsalar, hapislerde çürütülseler, sürgünlere
gönderilseler de, şiirleri yerini bulmuş,
özgür olmuştur.
Şiir özgürlüktür.
Şiir özgürdür.
Şiir haksızlığa direniştir.
Canan Kaftancıoğlu şiirdir.”


Bu açıklamanın ardından dayanışma sosyal medyada sürdü. “Canan Kaftancıoğlu şiirdir’ etiketiyle şairlerin paylaşımları şiir okuyanlarla boyutlandı. Türkiye Yazarlar Sendikası, Varlık Yayınları, Yeni E, Menos Kitap gibi kurum ve kişilerin seçtikleri şiirlerle verdikleri dayanışmayla şiirler bir kez daha iyiliğin ve haklılığın savunusunu yaptılar. Orhan Alkaya, Haydar Ergülen, Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Cezmi Ersöz, Sina Akyol, Sezai Sarıoğlu, Vural Bahadır Bayrıl, Altay öktem, Betül Dünder, Deniz Durukan, Duygu Kankaytsın, Neşe Yaşın, Tarık Günersel, Onur Behramoğlu, Eren Aysan, Akif Kurtuluş benim takip edebildiklerim.


Ne şiir ne şair susar dedik ya; Yahya Kemal Beyatlı’dan, Edip Cansever’e tüm şairlerin selamı vardı Canan’a. Ceyhun Atuf Kansu, Ahmed Arif, Nazım Hikmet, Can Yücel, Adnan Yücel, özdemir Asaf, Gülten Akın, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Sennur Sezer, Ergin Günçe ve daha kimler…

"Cânan aramızda bir adındı,
Şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
Bir sahile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayâlimizde cânan
Bir şi'ri hatırlatan kadındı.”***


Karar günü Canan salona gelirken bir önceki duruşmadan sonra kendisini bekleyen kitleye seslenirken okuduğu Nazım dizelerinin de usulsüzce iddianameye ekleneceğini ve hukuken kendisine verilemeyecek olan cezayı artırmak için gerekçe olarak kullanılacağını bilmiyordu. Bilseydi de savunmasında yine şiirlere yer verecekti elbette.
Önceki duruşmada savcı eline hazır verilmiş mütalasını cebinden çıkarıp flash bellekle verirken babamın adını yazıldığı gibi yanlış okuduğunda Canan söz istedi. Kendisine verilmeyen o söz hakkını ne için istediğini salonda bir ben anlamıştım sanırım. Karar günü yaptığı savunmada önce bu yanlışlığı düzeltti ve ardından bu kez de geçmişten bu güne baskının, yasakçılığın, kötülüğün ve zulmün nasıl değişmediğini Behçet Aysan’dan
“Bütün derinlikler sığ
Sözcüklerin hepsi iğreti
Değişen bir şey yok hiç
Ölüm hariç
Aynı gökyüzü
aynı keder”
dizeleriyle paylaştı. Sığ derinliklerden bizleri çıkaracak olan söz dizilimlerinin, farkındalığın, uyanışın anahtarı olduğunu hissederek şiirlere sığınıyoruz yıllardır. Sivas Katliamı zaman aşımına uğramasın diye benim can kardeşim Eren Aysan’la sairlere sığınmıştık. Bu ülkenin şairlerinin öncülüğünde imzaya açtığımız metinle umudumuzu diri tutmuş mücadele inancımızı korumuştuk. Eren bu duyguyla olsa gerek ‘Canan Kaftancıoğlu şiirdir’ etiketiyle savunmada yer alan babasının dizelerini paylaşırken “bize artık umut yaraşsın” demiş. Değişimin bilgi, inanç ve umutla harmanlanan dayanışmayla geleceğinin bilincinde olanların Canan’a Ahmed Arif’in
“Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.”
dizeleriyle, Gülten Akın’dan "geliyoruz korku ne, kaçma ne, öfke ne" dizesiyle seslenmeleri bu yüzden bir tesadüf değil.


Orhan Alkaya “bize yapılanları gördüm, hepsini / gül yanlış kokarsa tuz yakaya takılır” diyor. Nihat Behram alıyor sözü ondan


“Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.”


Canan Kaftancıoğlu o mahkeme salonunda şiirlerin yargılanmasına tepkisini “Asla son sözüm olmayacak. Karar ne olursa olsun düşücelerimden ve söylediklerimden vazgeçmeyeceğim çünkü biz mevsimi başladı o kaybetti biz kazandık, 80 milyon kazandı” diyor. Canan bir şiir yazdı. Zalimin karşısında dimdik durarak yezdığı şiir biz mevsiminin şiiridir. Asla son sözü olmadığı gibi asla yalnız da olmayacak.

Çünkü Ataol Behramoğlu’nun ‘Canan Şiirdir’ çağrısı için seçtiği dizelerdeki gibi biliyoruz, görüyoruz;

“Elinde ne piyon kaldı ne vezir ne kale
Düştü birbiri ardına atlar filler”


*Edip Cansever
**Metin Altıok
***Yahya Kemal Beyatlı


Zeynep Altıok Akatlı
Eylül 2019 İzmir/Urla