2021 PEN Türkiye Şiir Ödülü’nü alan Erdal Alova, “Bir düşünürün sözleriyle, sözcüklerle yaşayan kişidir şair. Yaşamındaki bu zaaf şiirde muazzam bir güce dönüşür. Yine de bu güç bireyi bir uzlaşıya çağırmaz” diyor.

Şiirin uzlaşmayla hiçbir işi yoktur

Yunus Emre CEREN

Edebiyat dünyasında pek çok kitapta imzasını bulunan bir isim olan Erdal Alova, 1970’li yıllardan beri şiir yazıyor. Alova’nın ilk şiirleri 1973’te Yeni Dergi’de yayımlandı. Şair sonrasında 1980’de En Son Çıkan Şarkılar, 1989’da Güz Dökümü, 1995’te Bitik Kent ve 2005’te Tensemeler adlı şiir kitaplarıyla okurlarla buluştu. Alova’nın Unutuluştan Sonsuza isimli bir toplu şiir kitabı var.

Alova, 1996’da Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü, 2001’de Dionisos Şiir Ödülü’nü, 2002’de Nâzım Hikmet Şiir Ödülü’nü ve 2008’de Behçet Necatigil Ödülü’nü aldı. 2008 Homeros Şenliğine ‘Yılın Ozanı’ sıfatıyla katıldı. Alova aynı zamanda Pablo Neruda ve Federico García Lorca gibi önemli şairlerin şiirlerini çevirdi. Yunan şair Yorgo Seferis’den çevirdiği Bir Şairin Günlüğü kitabıyla da “Dünya Çeviri Ödülü” aldı. Edebiyata her anlamda sayısız katkı sunmuş Alova’yla şiir ve edebiyat üzerine konuştuk.

ŞAİR TARİHTE KENDİNİ ARAR

Erdal Alova’ya öncelikle 2021 PEN Şiir Ödülü’nü almasının ona neler hissettirdiğini sorduk. PEN’in uluslararası etkinliğinden ve saygınlığından bahseden Alova, hislerini şöyle anlattı: “Türkiye PEN'i tarafından verilen şiir ödülünün seçici kurulu değerli kişilerden oluşuyor. Gittikçe yozlaşan bir dünyada şiirin hatırlanması başlı başına göz ardı edilmemesi gereken bir olgu. Öznelliğe gelince, uzun yıllardır metropolden uzak yaşayan bendenizin de hatırlanması duygulandırıcı oldu elbet. Böyleyken bu ödülü seve seve kabul ettim.”

Alova’nın şiirleri geçmişten fazlasıyla besleniyor. Onun şiirlerini okurken birçok mitolojik figüre rastlamak mümkün. Alova’ya şairin geçmişte ne aradığını sorduğumuzda, “Şiir deneyimlerin, yaşanmışlıkların bağrından, gizli birikimlerden doğar. Ve genel olan ile ilgili bir sanattır. Bu bakımdan şiir sanatına yakışan kipler geçmiş zaman ve geniş zamanla ilgilidir. Şimdiyi anlatmaya çalışan şair ister istemez geçmişteki deneyimlerine birikimlerine yaslanır. Böyleyken şair geçmişte ya da tarihte kendini arar. Bir başka deyişle değişen içinde değişmeyeni bulmaya çalışır” diye cevap verdi. Alova, şiirdeki aktarım sürecinden ise “Şairin açığa çıkardığı giz bütün zamanlar, dolayısıyla gelecek zamanlar için de ışık saçıcıdır” sözleriyle bahsetti.

ANADOLU COĞRAFYASINA KONUŞAN ÖZNE

Şiirlerinin zengin kaynaklardan beslenmesi Alova’yı okurken çoğul ve dinamik şiirlerle temas etmemizi sağlıyor. Şiirlerinde çoksesli ve farklı şiir özneleriyle karşılaşıyoruz. Alova, düşüncelerini şöyle aktardı: “Burada birinci çoğul şarkı kast ediliyorsa, şiirdeki özneler tarihsel olgulardan ve olaylardan kaynaklanan öznelerdir. Bütün bunlar biz öznesi parantezi içinde okunmalıdır. Bu şiirin bir kahramanı varsa o da biz öznesidir. Yani burada tarihsel bir halkın adına konuşuyor biz diyerek şair zamansız ve mekânsız bir düzlemde.” Şair buna ek olarak yaşadığımız coğrafyayı hatırlatarak, “Anadolu’nun tarihsel coğrafyası üstünde dönüp duran bir uydudan geçmiş zamanları gözleyen bir şair ya da şamar konuşturduğum özne. Ve bu öznenin yüzünü görmedim ben. Böylece öznelerin çeşitliliği ve sınıfsal konumları zenginleştikçe dil de ister istemez zenginleşiyor ve şiir ilerledikçe unutulmuş, arkaik kimi sözcükler de gömütlerinden kalkıyor” diye konuştu.

Alova dil üzerine düşünmekten geri durmuyor. Birkaç sene önceki bir röportajında, “Greve giden, açlık sınırındaki işçiyi, acımasız patronla ne hoca ne şair barıştırabilir” diyen Alova’ya bu sözlerini hatırlattık. Kendisine bu bağlamda dilin uzlaşı yerine kavgayı nasıl besleyebileceğini sorduğumuzda, “Şiir ne görüntüye ne dile indirgenen bir sanat. Salt dilden her türlü etki beklenebilir. Ama dil şiirin yivleri içinde kendini de aşar. Araya şiir fikri dediğimiz şey, düş gücü girer. Ve dil çıplak etkisini kat kat artırır. Bir düşünürün sözleriyle, sözcüklerle yaşayan kişidir şair. Yaşamındaki bu zaaf şiirde muazzam bir güce dönüşür. Yine de bu güç bireyi bir uzlaşıya çağırmaz. Şiirin uzlaşmayla bir işi yoktur” diyerek yanıtladı sorumuzu. Alova kavga konusunda ise durduğu yeri şöyle özetledi: “Kavgaya davete gelince, şiir sanatının bu eylem içinde tıkız bir alana çekilmiş olduğunu görüyoruz. Şairin işi bu ikisi de değildir kanımca. Gerçekçi sanatçı yalanın yüzüne geçirdiği personaları indirsin yeter.”

ŞİİR ÇEVİRMEK UFKUMU GENİŞLETTİ

Öte yandan Alova şiirlerinde başka edebiyatçılarla konuşmaktan ve onları şiirlerine dâhil etmekten çekinmiyor. Nâzım Hikmet, Orhan Veli ve Lorca gibi şairlerin isimlerine Alova’nın şiirlerinde rastlıyoruz. Alova bu durumu, “Mutlak bir özgünlüğe inanmıyorum. En büyük sanatçılarda bile daha önceki ustalardan izler, kokular görüyoruz. Picasso'nun şu sözü çok önemli: "Ben başka ressamlara değil kendime öykünmekten korkarım." Bana gelince, sevdiğim şairlere gerek adak, benzek ya da tazmin yoluyla selam gönderdim. Bu yeni bir şey değil. Divan şiirinden günümüze sürmüş bir gelenektir” diye anlattı.

Son olarak şair çevirmenliğinden ve editörlüğünden ise şu sözlerle bahsetti: “Şiir çevirisinden çok şey öğrendim. Tümüyle teknik anlamda söylüyorum bunu. Dize yapısı, şiirin armonisi bakımından bir dönem şiir editörlüğü yaptım. Bu dönemde bilmediğim şairleri tanıdım. Ufkum genişledi. Her iki uğraşa da çok şey borçluyum. Şiire yeni başlayanlara yabancı dil öğrenmelerini, büyük ustalarla yüz yüze karşılaşmalarını öneririm.”