ATİLLA YAŞRİN Yol ve yolcu deyince Tolstoy’u düşünemeden edemiyorum, onun deyimiyle: “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Her ne kadar Tolstoy bunu olaya dayalı edebi metinler için kullanmışsa da benim için çağrışımı önemli, tıpkı yol ve yolcunun çağrışımları gibi. Bazen umuttur, bazen kendini […]

Şiirin uzun yolculuğu

ATİLLA YAŞRİN

Yol ve yolcu deyince Tolstoy’u düşünemeden edemiyorum, onun deyimiyle: “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Her ne kadar Tolstoy bunu olaya dayalı edebi metinler için kullanmışsa da benim için çağrışımı önemli, tıpkı yol ve yolcunun çağrışımları gibi. Bazen umuttur, bazen kendini kendine taşımadır, bazen de eteğinden dökülenleri gerisin geriye toplamadır veya Hakan Keysan gibi kendine yürümedir.

Bir yazar veya şairle karşılaştığımda kendisine soru sorma fırsatı yakalarsam sorduğum ilk ve tek soru şu olur: Sizi neden okuyayım? Soru tek olsa da cevap onlarcadır.

Yazın insanının ne yaptığı biliyor olması önemli, neyi nasıl yapacağını bilmesi önemli, kim için yapıyor olduğunu bilmesi önemli, daha da önemlisi beni nasıl gördüğü önemli. Malumumuz edebi metinlerde taş kuşa değmez, kuş taşa değer. Hatta çoğunlukla da birden fazla olur bu kuş, çeşitlenerek.

Doğruluğu veya yanlışlığı tartışılmakla beraber, zamana yenilmeden günümüze ulaşmış eserler rüştünü kanıtladığından onlarda zaten bir sorun yok; ama çağdaşlarım için bir kıstasım olmalı. En azından neyi, kimi, niçin okumalıyım sorularını kendimize sormalıyız.

Ülkemizde kitap okuma oranını bir tarafa bırakırsak, roman, hikâye ve şiir az da olsa okuyucu buluyor, peki ya gezi yazısı. Evet, bakir ve kısır bir alanla karşı karşıyayız. Yazanı yok denecek kadar az, okuru yazanından da az. Bu pencereden bakıldığında gezi yazısı yazmak cesaret ister, ben delilik demezsem.

Hakan Keysan ‘Gezgin Bir Ailenin Yolculuk Günlüğü’ alt başlığıyla “Yol ve Ötesi” adlı bir kitap çıkardı, Selvi Yayınları’ndan. Yazarımız, eşi ve 12 yaşındaki ikizleriyle birlikte yurt dışına yaptığı bu yolculuğunda toplam 16 ülke kentlerini çadırda konaklayarak deneyimlemiştir. Bu deneyimlerini; gözlem, tespit ve yorumlarıyla zenginleştirerek canlı ve etkileyici bir dille aktarmıştır. Gözlemleriyle düş gücünü arasına koyduğu mesafe anlatımını daha ilgi çekici hale getirmiştir. Yer yer şiir diline başvurması da yolculuğunu bireyselleştirip yazıyı içselleştirmiştir. Anlatımında tamamıyla duygusal olan Keysan, anıların düşselliğine düşmediği için anı ile gezi yazısı arasına mesafeyi korumuştur. Mekânın özne olması betimlemeleri daha canlı kılmış, öyküleme alanını genişletmiştir. Gezilen yerlerin özellikle tarihî, coğrafî, tabiî ve sosyal nitelikleri belirgin şekilde betimlenmiş. Dikkatini çeken farklı bir özellik gösteren insanları, kültürel farklılıkları ile birlikte güncel olaylarla da bütünleştirerek edebî bir üslupla yazıya vermiş.

Bir kelimenin alegorisini anlamın en güzel ve etkili yolu, toplumun hafızası olan kültürel öğelere ve folklorik unsurlara bakmaktır. Yaranın derini, izin kalını oralarda duruyor. Çeyrek asır geriye gidersek yolun eşittir gurbet olduğunu görürüz. Anadolu’nun hafızası ayrılık ve kavuşmayı, gurbet gibi insanı hüzne boğan bir kelimeyle hatırlatır. Keysan, almış olduğu kültürel kodlarla, Anadolu’nun gözüyle, dolaştığı yerlere bakıp bizi kendisine yol arkadaşı ediyor.

Konaklama tarzları, yerleşik halkla birebir temaslarına olanak sağladığından gezdikleri yerlerin sosyal yaşamını daha iyi gözleme fırsatı vermiş, kültürel unsurların yanında düşünce yapılarını da kolaylıkla yakalayabilmiştir.

Kitabın başına aldığı yol aforizmaları yemekten önce servis edilen atıştırmalıklardan ziyade anayolun haritası gibidir.

Paris’i okurla birlikte deneyimlemek, okuru kendiyle birlikte dolaştırmak, bunu şiirleştirmek.

Bir elsin sen
Yaşamın tükendiği yerde aşkla
güzellenen …
Terinsin kokuna bulanıp
Yokluğuna yattığım ben’imsin…
O kentin
Üstüne devrildi alüminyum yalnızlığı
Kalabalıkla gel
Susmuş her şey
susmuş akrep
zehrinle gel
…gel de
Bırak onlar metal kuşkularıyla geçsin üstümüzden
Sevincini hüzne üfle de gel…
(Yol ve Ötesi Sayfa:76)

Hikâyelerini oluştururken patikaları takip etmeyi daha çok seven Keysan, oralardan geçen insanların çalılarda kendilerini nasıl kanattığını görerek anlatır. Kendisini yazdıracak olanlarla karşılaştığında, onları deneyimleriyle zenginleşip yoluna devam etmiştir. Sanat ürünleri, yokluğun görüntüsüdür, o yokluk veya yoksunluğu görünür kılmak için “Yol ve Ötesi” ile yazın dünyasına katkıda bulunmuştur.