“Oruçoğlu’nun şiirlerinde gelecek bir zamanda mekân tasavvuru ne yöne taşınır, ne olur merak ediyorum. Şiirsel enerjisinin daha stabil bir hale gelmesi, dilin somutlaşması, lirik damardan kopuş bu şiirin toplumsal ve mekânsal hafızadan çıkarması gereken ödevlerin sayısını kanımca artırıyor”

Şiirin zamanı ve mekânı

Şerif Mehmet UĞURLU

Sinan Oruçoğlu’nun ikinci şiir kitabı olan “yerin çektiği” geçtiğimiz yılın kasım ayında Yakın Yayınları tarafından basıldı. Kitap uzun addedilebilecek on şiirden oluşuyor. On küsur yılın ardından geçmişte iddialı bir çıkış yapan şairin bu ikinci kitabının kapağını aralamadan önce tarzıyla ilgili ciddi bir dönüşüme meyil vermeyeceğini düşünmüştüm. Oysa “çirkin ağacı” içinde genç, coşkun ve yüzü göğe çevrili bakış, geçen yılların ardından o gizil mistisizmi sanki terk etmiş ve o yüz; kitabın ismiyle müsemma olarak yere çevrilmişti. Dünyanın kiri, pası içinde epey sıkılmış, aşktan ve yaşamaktan haz etmez, göçebe bir tinin sesi duyuluyordu. “kalbime dokunan hiçbir şey yok” (syf.33) // “durmadan taşınıyorum bir şehirden öbürüne / burada kal diyor yabancılar” (…) “bir mezarlığa taşındım / okumam yazmam yok / biri bana yerimi gösterse” (syf. 38) // “şiire girecek kadar derin değil aşk / her şey aynı saçmalıkla akıyor evlerde” (syf. 40) “anmaya değer bulmuyorum şimdi kendimi” (syf. 43) “insanın insandan yorulduğunu anlatan tarih / insanın insandan sıkıldığını anlatan edebiyat” (syf.60)

Acıyla yoğurulmuş dizeler

Tüm bu sıkıntılı ruh portresini meydana getiren her türlü merhalenin anahtarı, sanırım ‘annesini emen bıçak’ adlı şiirde geçen verdiğimiz son örnekteki ‘yorulmak’ ve sıkılmak’ fiillerinde yatıyor. Şairin verdiği bir tarih üzerinden (bkz. s. 16) yürüttüğüm tahmine göre şahit olunan bir patlama, yaşanan infial; beraberinde sadece birebir tanıklıklarda işlemeye başlayan bir sorgulama pratiğine dönüşmüş. Her gün kötü haberler alıyoruz ve hepimiz berbat şeyler cereyan eden bu dünyada mutlu olmak için af buyurun ‘yırtınıyoruz’. –ben, elbette Instagram’ın yalancısıyım! – Ancak bal gibi biliyoruz ki burası pekiyi bir yer değil ama az önce bahsi geçen birebir şahitliklerimizin belki de azlığı yüzünden yaşanan çoğu kötü gelişme bizim özelimizde yok hükmünde olabiliyor. İşte Oruçoğlu’nun “yerin çektiği” içinde epey fazla yerde verdiği patlama, bomba vs. değinileri bu şahitliğin verdiği acıyla yoğrulmuş dizeler.

“Yerin Çektiği”; bu sahici unsurların eşliğinde ilerlerken, Oruçoğlu daha somut bir dile evirilmiş şiir tekniğini benimsemiş görünüyor. İmgenin zayıfladığı, somut dünyanın belirginleştiği reel pratik şiirin heybesinde yer etmiş. Kimi zaman şiir öznesi yaptığı edimlerin sıralamasına bile şiirde yer vermiş. Somut şiir kavramı, hep biçim üzerinden kurgulandığından ben buna ‘somut bir zihnin şiiri’ demeyi daha doğru buluyorum. Az önce verdiğim sıralama bunun karakteristik yansıması olabileceği için burada yer verelim: “kitap okudum, haritaları inceledim / pencerenin kıyısına sığındım / uzun uzun bakındım / az önce benden boşalan yere / kalbi kanırtan şarkılar dinledim / karşımda duran dağa yeniden baktım /aynı yerdeydi dağ, avuçlarımda toplanan.”(s. 26) Eylemler, hareketler ve bunun ifası üzerinden şekillenen izlenimci dilin, sinematografik sahayı es geçmediği de görülüyor. Kitabın sonunda bir Alexsandr Sokurov filmi çıkışında düşsel zaman ve içinde bulunduğu anın geçişlerini kaleme alan bir zihnin yansıması göze çarpıyor.

Çeyrek asra yakın bir şiir yolculuğunun değişimleri, dönüşümleri ve farklı izlekleri didaktik ve buyurgan olmayan bir üslupla kritize edilmeye çalışıldığında ilk elden çıkan notlar burada tamamlanıyor. Şahsen, Sinan Oruçoğlu’nun şiirlerinde gelecek bir zamanda mekân tasavvuru ne yöne taşınır, ne olur merak ediyorum. Şiirsel enerjisinin daha stabil bir hale gelmesi, dilin somutlaşması, lirik damardan kopuş bu şiirin toplumsal ve mekânsal hafızadan çıkarması gereken ödevlerin sayısını kanımca artırıyor.