Habil Sağlam’ın yayına hazırladığı Edip Cansever’in heykeltıraş Alev Ebüzziya’ya yazdığı mektuplarda bekleyiş, özlem, bir yangın hâlini alan aşk ve biraz da isyan hâkim. Bunların tamamı, şiirle ve edebiyatla bütünleniyor.

‘Şiirsel mutluluk’ ve aşk acısı

DERYA ÇAKIR

Edip Cansever’in 1962’den 1976’ya dek, heykeltıraş Alev Ebüzziya’ya yazdığı mektuplar, şairin tutkusunu yansıttığı gibi aşk acısıyla yaşama uğraşını ortaya koyuyor. Habil Sağlam’ın yayına hazırladığı ve ‘İki Satır, İki Satırdır’ başlığıyla okurla buluşan yüz yirmi üç mektupta Cansever, Türkiye’nin 1960’lardaki ve 1970’lerdeki meselelerine kafa yorup şiirine yoğunlaşırken Ebüzziya’ya aşkını çeşitli cümlelerle tarif ediyor.

AŞKTAN DOSTLUĞA

Mektuplar, Cansever’in Ebüzziya’ya olan düşkünlüğünü, aşkını, sevgisini, ilgisini ve aşkı onunla tarif edişini yansıtıyor okura. Her şeyin ötesinde aşkla harmanlanmış dostluğun bir anlatımı bu mektuplar. Cansever ve Ebüzziya iki sanatçı. Şair, mektuplarında bunu sık sık vurguluyor; aşkını tanımlamak için bu ortak özelliklerinden faydalanıyor. Bununla birlikte Cansever, mektuplar içinde farklı anlatım biçimleri geliştirerek sanatçılığını konuşturup aşkına karşılık almaya çabalıyor. İkilinin mektupla başlayıp gelişen dostluğu, Cansever tarafında aşka dönüşüyor. 1967’de Danimarka’da evlenen Ebüzziya ile Cansever arasındaki mektuplaşmalar devam ediyor ve şair, dümeni aşktan dostluğa kırmak durumunda kalıyor. Daha sonra, Ebüzziya’nın gönderdiği mektupları yok ediyor Cansever. Bu nedenle satırlar tek taraflıymış izlenimi uyandırıyor.

Kitabı yayına hazırlayan Sağlam, mektupları okurken nelerle karşılaşacağımıza dair birkaç ipucu vermiş önsözde: “Bir âşığın kaleminden çıkan, beklentisinin şiddetine göre umutla umutsuzluk arasında gidip gelen ruh hâllerini çok uzaklardaki muhatabına ‘kelime kelime, harf harf’ aktaran bu satırları okurken bir yandan toplum meselelerine duyarlı bir entelektüelin Türkiye’nin içinden geçtiği siyasi buhranlar sırasında halkın lehine bir tutum takınışına tanıklık edecek öte yandan, kendi varoluşsal bunalımını dile getirmek için şiirlerinde Türkçenin daha evvel yoklanmamış imkânlarını seferber eden bir şairin içsel tecrübesine kulak kesileceksiniz. Yaşadığı topluma yabancılaştığı ölçüde derinleşen bir tekinsizlik duygusunun bitimsiz bir bekleyiş -kavuşamayış sarmalı içerisinde günden güne derinleşmesine şahit olacak, yalnızlıkla başa çıkmak üzere şiir çalışan ya da ‘Sevgili Alevci’ye mektuplar yazan Cansever’i kâh Kapalıçarşı’daki dükkânın asma katında, çalışma masasına kapanmış hâlde ‘tepesindeki pencereden karanlığa benzer bir şeyler düşerken’ bulacak kâh çareyi işrette aradığı gecelerde şairin peşine takılıp 1960’lar boheminin edebî coğrafyasını bir uçtan bir uca katederken ona eşlik edeceksiniz.”

HER YERDE VE HER ŞEYDE ALEV

Cansever’in mektupları, hem Ebüzziya’ya aşkını ve hayranlığını ortaya koyuyor hem de 1962-1976 arasında Türkiye’de ve İstanbul’da yaşananlara ilişkin satırlardan oluşuyor. Baktığı, gezdiği ve okuduğu her yerde ve her şeyde Ebüzziya’ya aşkını gören Cansever, âdeta onun hayaliyle yaşıyor. Bir anlamda “şiirsel mutluluğu” ve aşk acısını beraber yaşıyor: Cansever, kendisini Ebüzziya’nın aşkıyla yeniden inşa ediyor; “sevginin tarihini yazıyor.” Bu arada ondan bir ses, iki satır bekliyor: “Sevgili Alev, sana nasıl yazmalıyım ki, yazmak istediklerim anlatılmış olsun? Ne seviyorum demekle yetinebiliyorum ne de çok seviyorum, demekle. Sen nesin? Ben neyim? Ne oluyor? Nasıl oluyor? Ne zaman? Ne zaman değil? Gerçek mi? Aşkın bir gerçek mi? İç içe mi? Değiniyor mu? Sonsuz mu? Sınırlı mı? Anlatsana sevgilim, sen de konuşsana biraz…” Mektuplarda bekleyiş, özlem, bir yangın hâlini alan aşk ve biraz da isyan hâkim. Bunların tamamı, şiirle ve edebiyatla bütünleniyor. Kısacası ‘İki Satır, İki Satırdır’; Cansever’in, aşkı ve şairliği arasında gidip geliyor, yaşama uğraşıyla bir araya geliyor.