Hastalar hep sorarlar…

Yürüyüş mü, koşu mu, yüzme mi; sağlık için hangisi daha faydalı?..

Aslında tıbbın da kafasının karışık olduğu bir konudur, bir türlü nihai kararını veremez, habire fikir değiştirir.

Bir zamanlar favori sporu koşuydu.

Öyle ki; kesin bilgi, yediden yetmişe herkesin haftada bilmem kaç gün mutlaka koşması gerekiyordu.

Hikâyeyi mecburi hizmetimin bir bölümünü geçirdiğim Gaziantep Araban’da dinlemiştim.

Ne de olsa kendileri askerlikten alışkın, üstelik sözde öykündükleri Erken Cumhuriyet Döneminde Beden Mükellefiyeti Kanunu var…

Bu iş zamanın 12 Eylül generallerinin de hoşuna gitmiş, bütün memlekette Sağlıklı Yaşam Koşusu kampanyası başlatmışlar.

Emir İçişleri Bakanlığı’ndan valiliklere, valiliklerden kaymakamlıklara iletilmiş…

Tez vakitte vatandaşlar toplanıp koşturulacak, fotoğrafları çekilip rapor hazırlanarak silsile-i meratiple üst makamlara iletilecek.

Araban Kaymakamı da emri alır almaz bütün ahaliye duyurmuş…

İlçemizde falanca gün filanca saatte Sağlıklı Yaşam Koşusu yapılacak…

Bütün yurttaşlarımızın katılımı!..

Ve fakat, malum, bizim köylü milleti koşmak neyin anlamaz, zaten lügatinde bile “koşmak” yerine “kaçmak” fiili vardır, yolda koşan birini görse “Nereye kaçıyon böyle?” diye sorar…

Tabii ki o gün o saatte gelen giden kimse olmamış.

İkinci, üçüncü çağrılar da işe yaramayınca…

Bir akşamüstü, öyle önceden haber filan vermeden kasaba meydanının iki ucunu askerler tutmuş; kahveden, yoldan topladıklarını derdest edip cemselere doldurmuş, götürüp Yavuzeli girişindeki dağın yamacına dökmüşler.

O arada hava da kararmaya başlayınca vatandaşlar doğal olarak ayı, kurt çıkar korkusuyla canhıraş ilçeye doğru koşmaya başlamışlar.

Askerler de fotoğrafları çekip raporu hazırlamışlar.

Araban’da Sağlık Yaşam Koşusu yapılmıştır, komutanım!..

• • •

Neyse ki gel zaman, git zaman 12 Eylül günleri geçti, bu arada koşunun tıbbın gönlündeki tahtı da sarsıldı, yerini yüzme aldı.

Bel fıtığı, boyun fıtığı, kifoz, skolyoz, nelere kadir değildi ki yüzme!..

Bu sefer de herkesi bir yüzme merakı sardı; don, atlet, lastik, şamrel, gene döndük Erken Cumhuriyet Dönemi günlerine…

Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremedi, durumu!..

(Bu arada, benim de Erken Cumhuriyet Dönemi takıntım var galiba, sürekli ona dönüyorum!..)

Yalnız ortada küçük bir sorun vardı…

Halkımızın kahir ekseriyeti ya hiç deniz görmemişti ya da benim gibi yüzme bilmiyor, denize girse de çimip çıkıyordu!..

• • •

Neyse ki, tıp bir kez daha fikir değiştirdi…

Son yapılan çalışmalar bünyeye en faideli sporun yürümek olduğunu gösterdi.

(Ah, bilseniz tıp çevrelerinde ne kadar havalıdır şu “Son yapılan çalışmalar bla blayı gösterdi.” lafı. Birisinin ağzından çıktığı an bütün zaman durur, o vakte kadar yapılan bilumum çalışmalar buruş buruş olur!..)

Kalp hastalığı mı, kolesterol mu, şeker mi, obezite mi, ne derseniz deyin…

Şimdilerde tıp harıl harıl yürümenin faydalarını keşfetmekle meşgul.

Meğerse yürümek vücudu zinde tutar, fazlalıkları yakar, toksinleri bünyeden atar...

Faydaları saymakla bitmezmiş.

Bugün Maltepe’de sonlanacak olan Adalet Yürüyüşü de öyle oldu.

Hakikaten de yürümek bütün toplumsal muhalefete iyi geldi.

Üstelik düne kadar ulusalcı geçinenlerin AKP yandaşlığını meydana çıkarıp fena halde yaktı…

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan muhalefetin liderliğine aşeren kifayetsiz muhterisleri de bünyeden dışarı attı.

Şimdi hepimiz kendimizi daha zinde hissediyoruz.

• • •

Yalnız son yapılan çalışmaların ortaya koyduğu bir gerçek daha var.

Ne kadar uzun da olsa bir kere yürümekle olmuyor.

Sağlıklı yaşam için yürümeyi alışkanlık haline getirmek, sık sık yürümek gerekiyor.

Adalet için, özgürlük için, laiklik için…

Emek, barış, demokrasi için!..