İnsan şikâyet etmekten nasıl vazgeçer? Boyun eğerek mi, kabullenerek mi? Değil. Kabullenmek, bir tür umutsuzluk hâli olarak yaşanabilir, geri çekilerek. Freud’un açıklık getirdiği sanatın haz ilkesi, bu açıdan yol gösterici. Freud, 1911’de yazdığı bir makalede sanatçıyı, gerçekliğin talep ettiği içgüdüsel doyumlardan vazgeçmeyi reddeden, gerçekliğe arkasına dönerek erotik arzularını ve ihtiraslarını fantezi dünyasında serbest bırakan, ama […]

İnsan şikâyet etmekten nasıl vazgeçer? Boyun eğerek mi, kabullenerek mi? Değil. Kabullenmek, bir tür umutsuzluk hâli olarak yaşanabilir, geri çekilerek. Freud’un açıklık getirdiği sanatın haz ilkesi, bu açıdan yol gösterici. Freud, 1911’de yazdığı bir makalede sanatçıyı, gerçekliğin talep ettiği içgüdüsel doyumlardan vazgeçmeyi reddeden, gerçekliğe arkasına dönerek erotik arzularını ve ihtiraslarını fantezi dünyasında serbest bırakan, ama bu fantezi dünyasından yola çıkarak gerçekliğe geri dönüşü sağlayacak bir yol bulan kişi olarak tanımlamıştı. Gerçeklikten, gerçekliği dönüştüren bir yol bulmak adına vazgeçmek… Freud, sanatçının özel yetenekleriyle fantezilerini yeni bir gerçeklik türü olarak biçimlendirdiğini ve insanların da bu haliyle fantezilere gerçek yaşamın değerli yansımaları olarak varolma hakkı tanıdığını yazmıştı.

Şikâyet etmek, gerçekliğin talep ettiği vazgeçişlere karşı bir savunma mekanizması; ama bu mekanizma, yaratıcılığı çağırmayıp sadece umutsuzluğu örgütlüyorsa gerçekliğe boyun eğmekle sonuçlanabilir. Yaratıcılık, gerçekliğin dayattığı güçlükleri aşmanın verdiği hazla kendine yol açar çünkü. Sıkışık bir trafikte birinin kestirme bir yol bulup ya da şikâyet etmek yerine müzik dinleyerek aldığı hazdaki gibi… Trafikteki sıkışıklığı kabullenen biri, içindeki öfke ve umutsuzlukla hazdan vazgeçmiş biridir, boş gözlerle etrafına bakar, o kötü nesneye değil, kötü nesne ona hâkim olmuştur, en ufak bir kıvılcımda patlar, ya da patlayamayacak kadar sönmüştür, cansızdır. İnsanın zahmetli, kötü, uyumsuz, kusurlu olanı aşması, eksikleri gidermesi, yaraları, mesafeleri kapatması, Chasseguet-Smirgel’in “Ben İdeali” adlı kitabında yazdığı gibi, yaratma hazzıyla ve egonun kendini onarma kapasitesiyle ilişkili.

İlk gençlik dönemlerinde sanat, benim için kendime ve gerçekliğe tahammül etmemi sağlayan bir şeydi. İnsanın kendine tahammül etmesi öylesine güç bir şey ki, bunu sanırım insan en çok gençken hisseder, yerinde duramaz bir türlü, başını sık sık belaya sokabilir. Psikanalist John Rickman’ın dediği gibi, insan kendisine katlanacak birini bulamadığında delirebilir. Belki de aşka, bu açıdan bakmak gerekir, Sait Faik’in “yazmasam deli olacaktım” dediği gibi. Deliliği engelleyen delilik…

Peki, Chasseguet-Smirgel’in “Ben İdeali”nde bahsettiği egonun kendini onarma kapasitesi nasıl geliştirilir; insan, kendisine ve gerçekliğe şikâyet etmeksizin nasıl tahammül eder?

İnsan, kendini biçimlendirme projelerinden özgürleştiğinde… Adam Phillips, çocukluğu, ebeveyn ve toplumun bir biçimlendirme projesi olarak tanımlamıştı, “Kreşteki Yaban” adlı kitabında. Çocuğa gerçeklik, talimatlarına uyulması gereken bir reçete olarak değil de açık bir davetiye olarak sunulduğunda; kuralların sadece uyulmak için değil, sınanmak için de olduğu bilgisiyle hareket edildiğinde, yani çocuğun kendisini gerçekleştirmesi için bir alan açıldığında… Günümüz eğitim anlayışında, eski disiplinci yaklaşımların terk edilmesi, tam da böylesi bir ihtiyaçla ilişkili, her ne kadar yaygınlaşmamış olsa da…

Dünya, bizim için yaratılmış bir yer değil, öyle yaşıyor olsak da… Hava durumunu değiştiremeyeceğimizi bildiğimiz halde, sıcaktan ya da soğuktan şikâyet ediyor olmamızı, başka nasıl açıklayabiliriz ki?.. Yaratıcılıkla buluşmazsa, tümgüçlülük yanılsaması, komediye ya da trajediye neden olur sadece.