Benim konuştuğum dil anamdanmış, o da anasından, onun anası da anasından almış, ben diyeyim bin yıl evvel, siz değil on bin yıl evvel Farsilerden gelmiş. Farslar insanın insanı dövmesine, zindana kapatmasına, vücudunu dilim dilim, bedenini lime lime etmesine şikenc demiş. Farsların şikenci aslında eziyetten gelirmiş, maddi ya da manevi, insanın insana yaptığı aşırı eziyetin adıymış şikenc. Bu lonetli eziyet, Farslardan ta bizim dağların içine gelene dek ejat adını almış. Bizimkiler işkenceye ejat u şesat derlerdi. Galiba seksenlerdi, biri emniyete düştü mü, ejat ile şesat sözleri derin bir kederli yüzden fısıldanan ilk sözcük olurdu.

İnsanın insanı palto asar gibi askıya astığı, erkeğin çüküne, dişinin memesine sanki telefonun şarz kablosunu bağlar gibi elektrotları bağladığı modern işkence, ne tuhaftır ki hiç de sadist ve canavar kılıklı hırpanilerin işi değildir. Evet bazı insanlar sadisttir, insanın durmadan yalvaran sesinden, kan fışkıran gövdesinden zevk alırlar, ama hayır işkence bir sadistlik işi değildir. O, zanlıdan itiraf almayı, ona boyun eğdirmeyi, hakim veya mahkemeden evvel insanı cezalandırmayı, insanı genellikle unutulmuş bir bodrum katında, siyah bir böcek gibi daire içinde teslim almayı amaçlar.

Sistem sorunudur işkence, baskı, zulüm, ayrımcılık ve kötülük üstünde inşa edilmiş her rejim el mecbur işkenceye muhtaçtır. Karşıt görüşü bastırmanın ve nesiller boyu insanı korkutmanın aracıdır işkence. Bizimkiler de zaten Osmanlı ile tanıştıklarında ilk işkenceciyle de karşılaşmış. Kalebentlere kapatılanlar, boynunda ağır zincirlerle Sinop kalesine, ayağında dev prangalarla ta Fizan’a gidenler hemen anlamışlar ejatı da, şeşatı da. Artık on iki martı, on iki hazanı, kenan evrenin yaptıklarını, menziri, kızakçıoğlunu, ağarı ve tosunları saymıyorum. Tarih baba herkesi bildiği gibi yapsın, pardon yazsın.

İşkence insana baskının en iğrenç çeşididir. Birini hapse atabilirsiniz, sevdiklerinden, yeşil bir ormandan koparabilirsiniz bir kuru dalı, ama işkence başkadır, o belki de köleliğe benzer, çünkü köleler efendilerinin emrinde basit nesnelerdirler (Spartaküs’e kadar), işkenceye uğrayanlar da böyle yapılmak istenir. İşkencecisine, onu teşvik eden büyük adama boyun eğmiş, istediği evrağı imzalamış, teslim olmuş, itirafçı olmuş, arkadaşlarını satmış insan aslında bir köledir. Kullanışlı, hedefini vuran, sistemi yeniden reorganize eden basit bir köle. Çağlar gitmiş, işkence işte bu yüzden gitmemiş, kalakalmış.

Engizisyon bir aralar ceza hukukunda işkenceyi yasallaştırdı. İtiraf her şeydi, insan da, ona yapılanlar da hiç. Bedene yapılan işkence ile ruh kurtarılırdı, İspanya dinsizlere karşı yaptığı işkencelerle kıtanın yıldızı olmuştu mesela. Cadılar, büyücüler potansiyel işkence nesneleriydi.

Yüzyıllar geçti aradan, Ebu Garibi, Guantanamoyu gören insanoğlu, nedense karındaşına işkence yapmayı elden hiç bırakmadı. Şikenci modernleştirdi, teorize etti, önleyici işkence kavramını buldu, cingöz ve sistemin hukukçu adamları, bombayı ya patlatırsa diyerek bazı ırklara, renklere, inançlara, siyasi görüş sahiplerine potansiyel işkence yapmayı reva gördü, bomba hiç susmadı, her gün patladı, ne işkence işe yaradı, ne patlayan bombalar işkenceyi bitirdi.

Şu temmuzun on beşinden beri bizim buralarda yaşananlar, tecavüzler, vahşi bir hayvanı kapatır gibi hakimlik yapmış insanları ellişer altmışar zifiri karanlıkta hücreye kapatmalar, bir gazeteyi dahi çok görmeler, teslim olanı hop hemen çıkarıp gizli tanık kılığında arkadaşlarına karşı kullanmalar normalleşti. Bu ortamda çıktı biriler, onları analarından doğduklarına pişman edeceğizden, işkence yapılmışsa da biz ilgilenmeyiz, insan hakları komisyonunuz ama işkence yapılmış diye hapishaneye gitmeyiz, diye yüksek sesle konuşuverdiler. Kimseden itiraf alamasalar da, köle derekesine düşmese de genç yaşlı tek bir insan, işkencenin kralını yaptıklarını, dinle uyuşturdukları tevekkülcüler gibi tüm özgür insanları bedenen ve ruhen de köleleştirmek istediklerini tüm dünyaya itiraf ettiler.