20. yüzyıl resim sanatının en tuhaf isimlerinden Francis Bacon’ın Painting 1946 adlı bir tablosu var. Bir şemsiyenin altına gizlenmiş karanlık bir figür, arkasında çarmıha gerilmiş bir karkas -hayvana mı insana mı ait olduğu belli değil- ve etrafa saçılmış et parçalarıyla öyle ürkütücü ve rahatsız edici bir kompozisyon ki bu, Bacon sadece İkinci Dünya Savaşı’nın değil […]

20. yüzyıl resim sanatının en tuhaf isimlerinden Francis Bacon’ın Painting 1946 adlı bir tablosu var. Bir şemsiyenin altına gizlenmiş karanlık bir figür, arkasında çarmıha gerilmiş bir karkas -hayvana mı insana mı ait olduğu belli değil- ve etrafa saçılmış et parçalarıyla öyle ürkütücü ve rahatsız edici bir kompozisyon ki bu, Bacon sadece İkinci Dünya Savaşı’nın değil tüm insanlık tarihinin -resim yapıldıktan sonraki 70 yıl da dahil- en rezil anlarını bir tuvale sıkıştırmış gibi hissettiriyor.

Çok tanıdık bir sıkışmışlık hali bu; ‘60ların özgürlükçülüğünden intikam almak istercesine 1970lerde yükselen, ‘80lerde zirveye çıkan, bugün inişli-çıkışlı çizgisinde yalpalıyor olsa bile şaşırtıcı biçimde ilerlemesini sürdüren sağcı politik yapılanmalar sayesinde tüm dünyanın hissettiği bir sıkışma… Bu sıkışmanın sinematografik yansımaları 1980 tarihli Kubrick filmi The Shining/Cinnet‘teki otel ve labirentle görünür hale gelmeye başlamıştı, Cube/Küp’le (1997) ve Saw/Testere (2004-2017) serisiyle netleşerek devam etti. Artık her yıl en az birkaç mekânsal ve zamansal sıkışma hikâyesi izliyoruz. Escape Room/Ölümcül Labirent’in gösterime girmesinin üstünden daha bir ay bile geçmeden zamansal sıkışma hikâyesi Happy Death Day 2U/Ölüm Günün Kutlu Olsun 2 geldi. Hem de nasıl gelme: 2017 tarihli ilk filmde halledildiğini sandığımız sorunlar bile aslında hallolmamış, karakterin tekrar oraya dönmesi gerekiyor! Tam da, demokratik yollarla Trump faşizmine doğru yol alan ABD’de demokrasinin bu açmazlarının nasıl düzeltilebileceği yoğun biçimde tartışılırken!

Bu ‘fasit daire’ (kısırdöngü) hikâyeleri tek başlarına Bacon’ın Painting 1946’sı kadar güçlü değil tabii, ama geniş tarihsel perspektifte oluşturdukları yapıya bakıldığında nasıl bir politik sıkışmanın ortasında olduğumuz anlaşılıyor. Kendi karanlığına sıkışmış insanlık elbet bunun da çıkışını bulacaktır. Asıl sorun, ortaklaşa bir diyalektik çıkış hamlesi için karanlığın daha ne kadar derinleşmesi gerektiği…

***

Bilimkurgu edebiyatının son dönemdeki en verimli yazarlarından Adam Roberts’ın 2013’te yayımladığı The Time Telephone adlı bir öyküsü var. Bir anne 16 yaşındaki kızına telefon açıyor. Birkaç yüz sayıdan oluşan telefon numarasını çevirmek kadına 18 bin avro’ya mal oluyor ama kızının mutluluğu için değer. Kız şaşırıyor, “Aa, sen Fas’ta değil misin anne?” Gelecekte Fas’a gideceğini öğrenen kadın cevap veriyor: “Hayır kızım, Londra’dayım. Bu 16 yıl öncesinden bir arama. Seninle konuştuğum şu anda aslında sana hamileyim.” Kız kendisi doğmadan önce üretilmiş bu teknolojiyi bir yerlerden duyduğunu hatırlıyor. Geçmişin aranamadığı, gelecekteyse sadece 16 yıl sonrasının aranabildiği ‘zaman telefonu’ teknolojisi üzerine kısa bir sohbetten sonra anne şöyle diyor: “Aradığım yerde sen henüz doğmadın. Sana şunu sormak istiyorum: Doğduğun için mutlu musun? Yani… Hani bazen çocuklar şöyle düşünür ya, ‘Senden nefret ediyorum! Keşke hiç doğmasaydım!’ Hiç öyle düşündüğün oluyor mu?” Kızın yanıtı kadının mutlu olmasına da yol açabilir, hamileliği sonlandırmasına da…

Öyküdeki kadın mutlu olacağı bir cevap alıyor. Peki bu teknolojiyi bugünün dünyasına, günümüz Türkiyesine uyarlamak mümkün olsaydı, ama 16 yıl önceden bugüne doğru değil -onu ‘yetmez ama evet’çilerin yapmasında fayda olabilir belki, bizim için anlamı yok- bugünden 16 yıl sonrasına doğru? Hâlâ bir Francis Bacon tablosunu mu andırıyor ülke ve dünya, yoksa karanlıktan çıkış hamlesini gerçekleştirebilmiş miyiz?

Sorun şu ki, gelecekle görüşmek ancak rasyonel bir dünya için iyi bir yönlendirici olabilir, Meksika-ABD sınırına duvar dikilebilen veya tanzim satış kuyruğunda halkın iktidarı övdüğü bir dünyada değil… Böyle irrasyonel bir dünyada yapılacak tek şey, olsa olsa, sonucu dert etmeden kötülüğe, karanlığa, sıkışmışlığa karşı mücadeleyi sürdürmek olacaktır.