Uzunca bir süredir Türkiye’nin uluslararası alanda başı dertten kurtulmuyor. 2000’lerin ilk on yılı gayet güzel bir hedefle taşlanmıştı:

-Komşularımızla sıfır problem!

Bu tez Atatürk’ün “Yurttu Sulh, Cihanda Sulh” politikasına da çok yakışıyordu. Geçmiş yıllarda, Ege, Kıbrıs, Kıta Sahanlığı meseleleri yüzünden Yunanistan, 1989 Türk Kökenli Bulgaristan vatandaşlarının isimleri ve yerleşim adları değiştirilmesi yüzünden Bulgaristan, Karabağ Savaşı yüzünden Ermenistan, sınır çizgileri yüzünden İran, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Şam’ta ikamet etmesi yüzünden Suriye ile bazı “küçük” sorunlar yaşanıyordu.

1963 ve 1974 yıllarındaki Kıbrıs Harekatlarını saymazsak 2000’li yıllara gelindiğinde komşu ülkelerle yaşanmış sıcak savaş ortamı bulunmuyordu.

AKP böylesi bir geçmişin üzerine o tarihi sözleri sarf etmiş ve “sıfır sorun” defterini açmıştı.

Ne olduysa bu “sıfır sorun” teorisiyle birlikte başladı. Ahmet Davutoğlu’nun “küresel aktör Türkiye” gibi iç gıcıklayan Neo-Osmanlı hülyaları sonunda bir anda Suriye’nin başkentindeki camiler Türk Hükümetinin hedefi haline geldi:

-Emevi Camiinde Cuma namazı kılacağız!

Kontrollü bir dostluk içinde kalma başarısını gösteren Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak ilişkileri bir anda alt üst oldu.

Şimdi (2017) dünyasında Türkiye kendi güney sınırlarını korumak için yüksek beton duvarlar örüyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki en büyük müttefiki ABD ile bile ciddi sorunlar yaşıyor.

Son olarak Suriye ile Türkiye arasında kanton adı altında özerk bölgeler oluşturan Kürt siyasi örgütlerine (PYD/KYP) ağır silah desteği veren ABD ile ilgili yaşanan gelişme oldu.

ABD bölgede iş birliği yapmak için güvendiği PYD/YPG hareketine silah desteği vermesine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son derece “diplomatik” bir dille karşı çıktı:

-ABD’ye yakıştıramadım!

Oysa bu tür hareketler ABD’ye hiç de yabancı değildir.

ABD 1970’lerin ikinci yarısında Orta Amerika’da devrimle işbaşına gelen Sandinistalara karşı mücadele eden gerici, katil sürüsü kimlikleriyle tanınan Kontraları desteklemişti. Bunun için Senatodan gerekli bütçe desteğini alamayan CİA, illegal yollara saptı. Latin Amerika’dan ABD’ye uyuşturucu sevkıyatını destekledi. Ünlü uyuşturucu baronu Escobar bu yıllarda yükseldi. Elde edilen para ile Kontraları silah temin etti. Kontralar da “özgürlük” savaşçılarıydı ABD’ye göre…

Zaten ABD’nin bu konuda son derece basit bir ölçüsü vardı:

-Her hangi bir ülkede bizim desteklediğimiz hükümetlere karşı mücadele edenlere “isyancılar” denilir. Bizim desteklediğimiz silahlı hareketler ise “özgürlük savaşçıları” olarak kabul edilir.

Nikaragua’da resmi hükümete karşı verilen silahlı mücadeleye sağlanan illegal silah desteği, ABD’de tam 100 bin gencin uyuşturucu bağımlısı haline gelmesine neden oldu.

ABD ilkeleri ve uzun vadeli çıkarları açısından göze almayacağı riskler yoktur. Kendi vatandaşlarından 100 bin genci uyuşturucu batağına sürüklemek de dahil..!

Tayyip Erdoğan gayet “iyi niyetli” bir yaklaşımla diyor ki:

-ABD’ye yakıştıramadım bu PYD/YPG’ye silah verme işini…

Tam tersine böylesi hareketler için tam adresine verilmiş mektup olarak kabul edilmelidir:

-Kriz bölgelerine silah sevkıyatı işi ABD’ye çok yakışır!

***

Oğuz Güven başlığı
Cumhuriyet gazetesi internet sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven, 13 Mayıs 2017 Cuma sabahı evinden gözaltına alındı. Savcı da önemine binaen 7 gün gözaltı süresi verdi.

Aslında bu bir ceza!

Denizli’de meydana gelen trafik kazasında bir Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Alper ve koruma memuru Muzaffer Akşehirli kamyon altına kalarak feci şekilde hayatlarını kaybettiler. (Haberlerin pek çoğunda nedense Muzaffer Akşehirli için “şoförü”, “koruması” denilerek ismi yazılmamıştı.)

Cumhuriyet bu haberi internet sitesinden şu başlıkla duyurdu:

“FETÖ iddianamesini hazırlayan savcıyı kamyon biçti!”

Böylesi bir başlık nasıl bir suç oluşturabilir?

Ben bu durumlarda ilk önce iletişim hukuku alanında en kıymetli hukukçu olarak kabul edilen Fikret İlkiz’i arayıp sorarım. Bu yazı için de öyle yaptım. İlkiz “Hayır” dedi:

-Suç oluşturmaz! Ayrıca nasıl başlık atılacağına gazeteciler karar verirler.

Öncelikle bilgi olacak, doğru olacak, kesin olacak… Bunların hepsi var mı, var!

O halde Oğuz Güven gazetecilik yapmıştır.

Gazetecilik de suç değildir.

Oğuz derhal serbest bırakılmalıdır.

O kadar da değil. Hapisteki bütün gazeteciler derhal serbest bırakılmalıdır.
Aynı şey onlar için de geçerlidir:

-Gazetecilik suç değildir.

Bu yapılmazsa yani gazeteciler serbest bırakılmazsa, gazeteciler dikkat çekici haberlerine başlık atmak yerine başlık yerlerini boş bırakmak durumunda kalabilirler.

Basın tarihine pardon basının kara tarihine yeni bir sayfa eklemek zorunda kalınacak:

-Oğuz Güven başlığı!