Perşembe gecesi, herkesten önce Trump’ın tivitinden yine, Ankara’dan iyi haber geldiğini öğrendiğimiz andan itibaren, kimin kazandığına dair tartışmaları okuyoruz.

Şimdi herkes 13 maddelik anlaşmayı kendi duruşlarına uygun yorumlayacak ve o anlaşmaya dayanarak her şeyin planladıkları şekilde gelişmekte olduğunu söyleyecek. Eh, bu tür anlaşmaların “başarısı” biraz da buna izin veren bir dille yazılmasına bağlıdır zaten.

Silahları 5 günlüğüne susturan, daha sonra da sürekli susturması beklenen anlaşmaya, ister “ateşkes” deyin, ister “asla ateşkes değil, ara” deyin, aslında kastedilen aynı. Silahlar sustu, bir süreliğine!

Kimin kazandığı tartışmalarının yanında, epeyce de kimin kaybettiği tartışmalarını izleyeceğiz! Herkes kendi pozisyonuna sarılıp, karşısındakinin kaybettiğini söyleyecek. ABD’de Trump kaybetti, bizde Erdoğan kaybetti diyenler olacak, oluyor.

Anlaşmadan en doğrudan etkilenen bir diğer taraf YPG/PYD, ateşkese evet dediklerini ancak kendilerini savunmaktan asla vazgeçmeyeceklerini, anlaşmanın bütün sınır boyu için değil Resulayn ve Tel Abyad arasında Türkiye’nin hali hazırda girdiği bölge için geçerli olduğunu söyleyecek.

Kim bilir, belki Amerikalılar onlarla da öyle bir belge imzaladılar!

Türkiye, Menbiç’ten Irak sınırına kadar güvenli bölge olacak demeye devam edecek. Anlaşmada da bu konuda bir netlik yok. Herkes anladığını söyleyebilir. Ne olduğu ancak uygulamada görülecek.

“Ateşkes değil, ara” diye vurguladı ya Çavuoğlu, 4.5 saatlik yoğun görüşmelerinin ardından. Evet, ABD ile yapılan ve neredeyse kan ter içinde bırakan bir diplomasi dansının ardından dansa bir süre ara verildi!

Şimdi, Salı günü Erdoğan-Putin görüşmesiyle Ruslarla dans başlıyor. ABD ile olan dansa kıyasla bunun daha slow/yumuşak bir müziği olacak. Ardından yine herkes istediğini söyler, ama kimin ne aldığını anlayabilmek genellikle zaman alır.

ABD ile danstaki eş Trump, sadece çaktırmadan ayağa falan basmadı kafa bile attı. Son derece kaba, çirkin, eşine en küçük bir saygı duymayan bir dans izledik. “Aptal olma”, “kabadayılık yapma” gibi, insana küçük dilini yutturacak ifadelerle yazdığı mektubu hazmedemezken, o Teksaslı bir kovboy edasıyla “bu sonucu almak için sert aşk/sevişme gerekiyordu” diye mektubuna selam çaktı.

Bu mektup konusu ve Erdoğan’ın Trump’la dansı daha çok konuşulacak, kesin!

Suriye konusu daha çok su götürür. Kim kazandı, kim kaybetti, son gülen kim olacak aylarca, hatta yıllarca konuşacağız bunları.

Ancak, şimdi, bence biraz geriye yaslanın ve o topraklarda, savaş denilmesi istenmeyen ama bir savaşta olan her şeyin olduğu yerlerde yaşadığınızı düşünün. Tam da bombaların düştüğü, mermilerin uçuştuğu, ölümün etrafınızda kol gezdiği yerlerde…

Hadi, bunu düşünemiyorsanız; oğlunuzun, babanızın, kardeşinizin savaşın bir tarafında ölmek ya da öldürmek denkleminin ortasında olduğunu düşünün…

Hiçbirini yapamıyorsanız açın bir savaş filmi izleyin, ama hissederek!

Birkaç savaş görmüş; Afganistan’da, Kafkasya’da, Irak’ta, Yugoslavya’da çatışmalar izlemiş biri olarak size şunu söyleyeyim; bence bir günlük de olsa kim kazandı - kim kaybetti tartışmasına boş verip derin bir nefes alın, şükredin ve çatışmaların tekrar başlamamasını dileyin.

Hem “savaşa hayır” diyen bir barış insanı olarak, hem de savaşın insanı nasıl insanlıktan çıkaran bir vahşet olduğuna tanık olmuş bir gazeteci olarak ben şimdi böyle hissediyorum. Bir tek insanın bile ölmesine, acı çekmesine engel olunabildiyse, iyi olmuştur!

Hadi, şimdi biz de biraz ateş kes yapıp, kim kazandı analizlerine ara verelim, ölmenin ve öldürmenin durabilme ihtimalini sevelim!