Başlığa bakıp da matrak bir Cumartesi yazısı yazacağımı sanmayın. Mesele ciddi. Perşembe ve Cuma günleri önce ODTÜ’de 15. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde, sonra Ankara Barosu’nun 7. Sağlık Hukuku Kurultayı’nda medyaya dair çok ciddi konuları tartıştık.

Hoş bu aralar hangi ciddi konuyu tartışırsanız tartışın, tartışma dönüp dolaşıp memleket medyasının kahir ekseriyetinin ciddiye almadığı, iktidarın da araştırmaya değer bulmadığı Rıza Sarraf davası ile Man belgelerine geliyor.

Nihayet dün, CHP, iktidarın ve medyasının “Versene versene” dediği belgeleri gazetecilere dağıttı. Meclis’teki basın odasında kapış kapış gitti belgeler. O belgelerden kimin ne yaptığını ya dün akşam televizyonlarda görmüşsünüzdür ya da bugün gazetelerde görürsünüz.

Ben her ikisine de bakmadan gördüm; gözüm kapalı ne yaptıklarını söyleyebilirim.

Televizyon ve gazetelerin çoğu fazla bir akıl yürütmeye, belge çürütmeye gerek duymadan “YALAN” diyecekler. Yalan da yalan!

Gazetecilik öyle bir noktaya geldi ki; yapılan sadece sunum! Size verilenin sunulması. Verilenin sunulmasında farklılaşılıyor tabii… Bazen şahane diye sunuluyor verilenler, bazen rezalet diye. Kimi şahane diye sunuyor, kimi rezalet diye. Verilenin ne olduğundan bağımsız veren ve alan arasındaki ilişkide ortaya çıkıyor “gazetecilik” denen şey.

Çok değil 10 yıl kadar önce, şu Man adası hikâyesi böyle patlamış olsa, hadi belgeleri araştırıp bulma noktasında fazla bir şey yapılamıyor diyelim, Acun bile Man plajlarından haber yapardı. Medyamızın amiral gemisi çoktan buradan demir almış, Man limanına demir atmış, hiç olmadı Man’dan hava durumu sunmaya başlamıştı.

Şimdi Man dosyalarını kapışanlar, dosyaya değil sunana bakacaklar.

Büyük haberciler sunucu artık! Bir medya grubumuzun temsilcisi, dünyanın her yerindeki her habere koşturan “haberci” geçen gün Başbakan Binali Yıldırım’ın konuştuğu NETAŞ’ın 50. Yıl Etkinliği’nde “sunuculuk” yapıyordu!

Türkiye olarak bu yatırımlarla büyük bir dönüşümü hızlı bir şekilde gerçekleştiriyoruz. 2002’de göreve geldiğimizde geniş bant nedir bilen yoktu. 2 gün önce İngiltere’de idim. Orada internet hızı daha yavaş” diyor Başbakan. O da Türkiye’de internetin İngiltere’den hızlı olduğunu Başbakan’dan duyup öğrenmekten mutlu oluyor, gurur duyuyor.

Profesyonel gazeteci sunuculuğu da bedeli karşılığında “profesyonel” olarak mı yapıyor, yoksa teknolojiye saygısı, vatana millete sevgisi gereği amme hizmeti olarak mı, bilmiyorum. Derdim de bir kişi değil zaten. Medyanın “sunucu” haline gelmesi…

Araştıran, bulan ve bulduğunu sunan değil, eline verileni sunan…

Amerika’da Rıza Sarraf konuşuyor. Daha da konuşacak. O da açtı kutuyu; susturabilene aşk olsun. “Demek istediğim, dönemin Başbakanı Erdoğan ve hazine müsteşarlığı... Bu ticaretin başlatılması için talimat vermişti” diyerek ambargoyu delme işleminde bankaların rolünde sorumluluğu “Dönemin Başbakanı”na atıyor.

Bu da sunulan bir şey, ama zamanında “Rıza Sarraf’a şeref madalyası takmalıydık” başlıklı haberler yapanlar şimdi o haberleri silme telaşında, Sarraf’ın dünyaya sunduklarına arkalarını dönüp “AMERİKAN TİYATROSU” diyorlar.

Tiyatro hayattır!

Siz istediğiniz kadar ciddiye almayın tiyatroyu, ciddi ciddi izleyip ciddiye alanlar olacak.

Belgeler sallanır, belgeler dağıtılır, havada sorular uçuşurken, tam da o soruları kapıp, cevap Man’da bile olsa gidip alması gerekenler de sadece sunuculuk yapıyor!

Bir de, sağlık gibi yaşamsal alanlarda yazdıkları haberlerde “şaka” yapıyorlar. Silikonlu kadın suda batar mı? Mermi silikonlu göğüsten seker mi? Taktırdığınız silikon sizi soğuktan korur mu? Bir büyük gazetenin “sağlık haberi”, asla şakası yapılmayacak sağlık gibi bir alanda, bu soruların cevabından oluşabiliyor!

Neyse ki hâlâ buna itiraz eden gazeteciler var. Sağlıkta şaka yapılmayacağını, tiyatronun hafife alınamayacağını bilen gazeteciler. Ne Man’ı onlardan kaçırmak mümkün ne de Sarraf’ın tiyatrosunu!