Seda Alçınar Literatüre son yüzyılda girmiş hissi uyandıran “linç” sözcüğü, Amerikan iç savaşı sonrası ırkçı grupların siyahlara uyguladığı şiddeti tanımlamak için kullanılmaya başlandı. Beraberinde ve doğal olarak linç hukukunu doğuran kavramın yerleşmesine neden olan kişilerden üçünün yargıç olması tesadüf değil. Biri 15. yüzyılda kendi oğlunu mahkum edip cezasını bizzat kendisi infaz eden Yargıç James Lynch, […]

Silivri’deki Ouroboros

Seda Alçınar

Literatüre son yüzyılda girmiş hissi uyandıran “linç” sözcüğü, Amerikan iç savaşı sonrası ırkçı grupların siyahlara uyguladığı şiddeti tanımlamak için kullanılmaya başlandı. Beraberinde ve doğal olarak linç hukukunu doğuran kavramın yerleşmesine neden olan kişilerden üçünün yargıç olması tesadüf değil.

Biri 15. yüzyılda kendi oğlunu mahkum edip cezasını bizzat kendisi infaz eden Yargıç James Lynch, diğeri Amerikan iç savaşında İngilizler’e sadık kalanları ya da basit suçlardan yargılanan siyahları kırbaç ve tüm mallarının müsaderesi gibi insanlık dışı hükümlerle mahkum eden Yargıç Charles Lynch ve sonuncusu zalimane kararlarıyla ün salmış Yargıç John Lynch. Hukukçu olmayan William Lynch ise Charles Lynch’in de yaşamış olduğu Virginia’nın Pittsylvania kentinde bir haydut çetesini bizzat cezalandırmak üzere milis örgütleri kuran bir adam. İsmiyle müsemma olmaya yeminli bu adamların gurur verici mirasları olmadığı kesin.

Linç, basit bir ya da birkaç eylem değil, sistemli ve bilinçli bir zalimlik. Özünde savunmasızlık olan linçin kime yöneldiğinden çok failinin gücü ve etkisi öne çıkıyor. Bir sabah terörist olarak uyanan bir bankacının içine düştüğü adli ve bürokratik çıkmazı linçten başka ne açıklayabilir? Ayrık ve düzensiz gibi görünen çeşitli engellemeler ve kategorik etiketlemelerden kurtulması imkansız hale gelen sıradan kişilerin kaosudur linç.

Linçin temelinde yer alan “engellenmiş olma hali” linç edenin beslediği düşmanlığın da nedeni. Peki devlet neden düşmanlık besler? Yurttaşlık hukukunu yok eden bu nefret neden tek taraflıdır ve savunmaya imkan vermeye engel olacak kadar karanlık nereden ve nasıl doğar?

Linç rejimi gücünü kitleden alır. Kitleyi oluşturan tekiller ise isimsizdir. Birlikte büyüktürler ama tekil halleri bir zerreden küçüktür. Tekilin anonimliği, bir yüze, bir kimliğe, bir iddiaya sahip olmamasından gelir; oysaki bütün haldeyken linçin öznesi gibi görünür. Tekil, temsil ettiği bütünün içindeki özgül değersizliğin farkındadır ve bu nedenle hiçbir sorumluluk hissetmez, anonim olmanın avantajını sonuna kadar yaşar. Kitlesellik, tekilin hem varlığıdır hem de yokluğu. Kitle, var olmayı tekillik ise ‘yok’luğu temsil eder. Cüppe ise bir iddiadır, bütünün temsilidir ve linç hukukunun giysisidir. İçindeyken hem yok olmak hem de kitlenin bizatihi kendisi olmak paradoksudur.

Silivri, bir adliye imal etme iddiasındadır ancak gerçekte var olan imalat değil memuriyettir. Silivri’de sanık olmak mutlak hiçliktir. Muhakeme ölüleri cezalandırır. Büyük Salon’daki hiçlik ve boşlukta tek bir ses yankılanır: avukatın sesi. Ölüye ağıttır savunma. Egemenin hüküm dediği aslında tahakkümdür ve hakimin cesaret edemediği ahkamı avukat dillendirir. Bu da yine masumiyetin ölümüne yakılmış mahir bir ağıttır. Simgesel düzeni gerçek boyuta çeken avukatlar içtihadın kapısını aralar ve cihattır her savunma, ta ki savunma celladını görene kadar. Hitam, celladın varoluşuyla eşdeğer ve kaçınılmazdır. Bu yüzden Büyük Salon’daki her savunma biraz da hatimdir.

Kozağaçlı ve arkadaşlarına zahiri ithamlar getiren kürsü de linç rejiminin öldürücü zehrini bulaştırdı salona. ‘Şahadet şerbeti’ hükmün doğurgan anasını öldürdü, kürsü boş kaldı ve müçtehit olmanın tek adayı avukatlardı.

İstisna halini umumiyete devşiren linç, en çok buna dayanamadı, çünkü linçin varlığı savunmasızlığa bağlıydı. Kürsünün vehmi, iradeyle başa çıkamayınca Büyük Salon’u paylaşamadı ve mutlak boşluğa okundu sala. Adliye üretemeyen Silivri hukuku, ouroboros – kendi kuyruğunu ısıran yılanın sonsuz, kısır ve meş’um döngüsünde kayboldu.