Türkiye depremin değil, esas olarak aklı, bilimi ve planlamayı terk eden, doğanın tanıdığı süreye karşın etkili hiçbir önlem almayan sağcı, muhafazakâr ve gerici iktidarların yol açtığı bir felaketi ve acıyı yaşıyor. Asıl afetin, siyasal İslamcı AKP iktidarı olduğunu anlamak ve topluma anlatmak en önemli insanlık görevi haline geliyor. Yüz bini aşkın can kaybı bulunduğunun tahmin edildiği, 10 ili etkileyen Maraş-Hatay depremi; Ortaçağ’a özgü inanç merkezli bilgi anlayışını benimseyen dinci iktidarların bu ülkeye ve topluma maliyeti oluyor.

AKP iktidarı ülkeyi yönettiği 20 yıl boyunca, doğal afetlere karşı önlem almak yerine, esas olarak Cumhuriyet’i ve insanlığın ilerici kazanımlarını yıkmak ve tasfiye etmek için çalıştı. Sorun budur. İslamcı hareket için önemli olan da budur. Bütün amaç, kutsal davanın gereklerini yerine getirmektir. Bu nedenle Türkiye, bir Ortaçağ arızasıyla, inanç /tanrı merkezli bir bilgi anlayışı ile mücadele ediyor.

Asıl hedefi “kutlu dava” dedikleri bir şeriat rejimini kurmak olan, ülkenin demokratik ve sol güçlerinin büyük aymazlığı ve hataları nedeniyle bu yolda önemli bir mesafeyi, ne yazık ki alan İslamcı hareket, olan biteni “kader” diye açıklayınca şaşırıyoruz. Hiç şaşırmayalım. Çünkü bu açıklamaya inanan milyonlarca insan bulunuyor.

Bu deprem felaketi, zaten bütün iktidar dinamiklerini ve ülkeyi yönetme yeteneğini yitiren AKP iktidarını yolun sonuna getirmiş görünüyor. Ancak, Erdoğan yönetimi, tıpkı Gezi Direnişi’nde yaptığı gibi, karşı bir siyasi hamle ile krizi lehine çevirmeye çalışacak. Diğer bir ifadeyle Erdoğan yönetimi iktidarını sürdürmek, önümüzdeki seçimi almak için elinden geleni yapacaktır. İslamcı iktidara, bir kez daha bu fırsat verilmemelidir. Özellikle, “siyaset yapmanın zamanı değil” gibi, apolitik, siyaseten aptalca ve esas olarak iktidara çalışan bir anlayış, toplumun ve kamuoyunun zihninden çıkarılmalıdır.

İKTİDAR BOŞLUKTA SALINIYOR

Daha önce de çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi; gücünün doruğunda olduğu sanılan AKP iktidarı, gerçekte tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Öyle ki, neredeyse silkelense yıkılacak durumda. Hiçbir konuda geri adım atmadan, seçimlerin şu ya da bu nedenle ertelenmesine izin vermeden iktidara yüklenmek gerekiyor. Bu konuda Millet İttifakı’nın fiili lideri durumundaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun son çıkışları hayli olumlu görünüyor. CHP örgütlerinin ve kitlesinin, hatta Millet İttifakı bileşenlerinin etkilediği kesimlerin bile devrimci ajitasyona açık hale geldiği bir ortam yaşanıyor. Hep birlikte iktidara yüklenmek, ülkeyi demokratik ve adil –ne kadar olabiliyorsa- seçimlere taşımak için çalışma görevi öne çıkıyor.

Darbelerden sonra gelen Latin Amerika tipi bir başkanlık rejimi kuran Erdoğan-AKP lider kadrosu, aslında partinin amblemindeki ampul gibi ülkenin tepesinde asılı duruyor. Yani iktidarın altı tamamen boşalmış durumda. Son deprem felaketi, bu kadronun ülkeyi gerçek anlamda yönetme yeteneğinin bulunmadığını da ortaya koyuyor.

Toplumun her kesimiyle kavga eden, Cumhuriyet’in bütün kurucu kuvvetleriyle çatışan ve geleneksel iktidar blokunu yıktığı halde, yerine yeni bir iktidar bileşimi oluşturamayan AKP, siyasal ve sosyolojik bakımdan da boşlukta salınıyor. Ancak, AKP ülkeyi yönetmeye devam ediyor. Bu durumun kendisi artık şiddetli bir gerilim ve kriz kaynağıdır. İşte bu düğümü çözmek gerekiyor.

İSLAMCILAR DIŞINDA HERKESLE KAVGA

Siyasal İslamcı AKP, cumhuriyetçilerle, toplumun laikleşmiş bütün kesimleriyle ve emekçilerle çatışıyor. Kürtlerle savaşıyor. Mezhepçi önyargıları nedeniyle Alevilerle kavga ediyor, aydınlara ve gazetecilere düşmanca saldırıyor. Sansür ve baskı ile toplumu susturmaya çalışıyor.

Anımsanacağı gibi, AKP iktidarı 20 yılda, küresel sermayenin ve Türkiye burjuvazisinin talep ettiği bütün neoliberal (piyasacı) düzenlemeleri yaptı. Küresel sermaye ve yerli ortakları AKP hükümetlerine bütün kirli işlerini gördürdü. Ancak, bir süredir AKP iktidarı ile İstanbul burjuvazisinin (Batıcı büyük sermayenin) yolun başında kurduğu zoraki uzlaşma ise bütünüyle kopmasa da çoktan bozulmuş görünüyor. TÜSİAD bile AKP iktidarına muhalefet eden güçler arasında yer alıyor.

Nedenini açmak gerekiyor; İslam’ın nasılsa kendine özgü bir ekonomi politikası yoktu. Bir ticaret diniydi ve "Rızkın onda dokuzu kârdır" diyen bir anlayışa sahipti. Dolayısıyla liberal kapitalist politikalarla siyasal İslamcılık pekâlâ yan yana olabilirdi. Böylece Batıcı sermaye çevreleri ile AKP arasında 2015’lere kadar gelen bir uzlaşmanın da zemini oluşturuldu. Bu nedenle başta İstanbul burjuvazisi olmak üzere, genel olarak sermaye sınıfı AKP iktidarını ilk iki dönem boyunca destekledi.

Ancak AKP’nin kurmayı hedeflediği yeni rejimin sınıfsal ve ekonomik temelini oluşturmaya yönelmesi, İstanbul sermayesinin alanının daraltılması demekti. Ayrıca, Cumhuriyet’in modern kurumlarının varlığı da batıcı burjuvazinin güvencesiydi. Bu durum başlangıçtaki uzlaşmayı bozdu. Çünkü köklü bir rejim değişikliği eski dönemin güçlerinin pozisyon kaybetmesi, hatta tasfiye olması anlamına geliyordu.

İKTİDAR DARALMASI / KLİK PARTİSİ

Erdoğan-AKP iktidarının dinci ideolojik programını yaşama geçirmeye yönelmesiyle birlikte, sosyal tabanı ve siyasal bileşimi de daralmaya başladı. Çünkü farklı sınıflar arasında uzlaşmaya dayalı olan devleti, dar bir ideolojik (dinci) anlayışa göre yeniden şekillendirme çabası, toplumu bir arada tutan bütün dengeleri bozdu.

Ortak zeminleri imha etti. Dizginsiz bir kadrolaşma, kurumların içini boşaltma ve büyük bir hırsla devleti ele geçirme anlayışı, devleti -neredeyse kağıt üstünde bile- herkese ait olmaktan çıkardı. Özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni tamamlayan 20 Temmuz 2016 darbesinden sonra, zaten içi büyük ölçüde boşaltılmış olan Cumhuriyet’in bütün temel kurumları çökertildi. Bugün, Maraş-Antakya depreminde ortaya çıkan yardım, arama ve kurtarma çalışmalarındaki beceriksizlik, ayrımcılık, koordinasyonsuzluk ve sonuçtaki büyük başarısızlık bu durumun bir sonucudur.

AKP iktidarı sadece, servetten daha çok pay almaya çalışan açgözlü ve yağmacı yeni bir tacir sınıfı ile çeşitli yollarla oyunu aldığı ve her an bu tercihini değiştirebilecek bir seçmen çevresinin desteğine dayanıyor. Sadece militan bir siyasal İslamcı çekirdeğin verdiği destek ise tek kararlı kesimi oluşturuyor.

İktidar bileşiminde ve dayanaklarında meydana gelen böyle sert bir daralma ile sadece dinci bir parti değil, hiçbir siyasal güç iktidarda kalamaz. Bu nedenle Erdoğan-AKP iktidarı, giderek daha fazla zor araçlarına, polis-adliye gücüne başvuruyor. Çünkü AKP artık toplumdan yeni bir siyasal rıza/onay üretmekte zorlanıyor. Diğer taraftan AKP, Cumhuriyet’i yıktı ama yerine kendi rejimini, düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat düzenini de kuramadı. Şimdi onu yapmaya, bu amaçla son seçimi almaya çalışıyor. O nedenle Erdoğan-AKP yönetimi her geçen gün daha belirgin şekilde dar bir kliğin, İslamcı-muhafazakâr oligarşinin iktidarı haline geliyor.

Bu anlamda karşımızda kötülüğü siyasallaştıran, toplumsallaştıran ve örgütleyen çok tehlikeli bir mezhepçi/dinci faşizan klik bulunuyor. Bu unutulmamalıdır. Son krizle birlikte, İslamcı AKP ve müttefiki faşistlerin ülkeye bir daha el koymasına izin verilmemelidir. Yıkıcı da olsa bir deprem krizini bile yönetemeyen Erdoğan-AKP iktidarını silkelemek, bu sorumluluktan kaçmasına izin vermemek gereklidir.