Nasıl diyordu ezgi;  “Sanki benim mor sümbüllü bağım var, Zemheri ayında canım gül ister benden...” Bir başına iktidarı, zemheri

Nasıl diyordu ezgi;  “Sanki benim mor sümbüllü bağım var, Zemheri ayında canım gül ister benden...” Bir başına iktidarı, zemheri gibi uzadıkça uzayan bin davarlı ağanın işsize, yoksula, hak arayana,” Vallahi yok, olsa dükkân sizin” bağlamında söylediği bir türkü ise eğer bu; vallahi şarap sofrasındaki yeminlerden daha yalan! Doğrusu mu; ötesi, açlık ve işsizlik olan 4/C köprüsüne sürülen TEKEL işçisinin türküsü olsa gerek …

Öte yandan ister ağa söylesin, ister maraba. Gerçek olan o ki, zemherinin tam ortasındayız.  Bocuk geceleri kâbus gibi marabanın tepesinde... Babam, ne zaman doğdun diye sorsam, hep –“Ben bocukta doğmuşum” derdi. Sonradan öğrendim ki; Trakya köylerinde ocak ayının ilk haftalarına bocuk denirmiş. Bir de bocuk geceleri ortalıkta dolaşan “bocuk dedesi” ya da “bocuk cadısı” denen yaratıklar olurmuş söylenceye göre... Bu bocuk canavarı geceleri ahırlara girer yeni doğum yapmış taze sütlü inek arar, bulduğunda da ineğin sütünü emermiş. Ve o inek bir daha süt vermezmiş. Gecenin saat birinde camı  açıp bağırıyorum; -“Ne ahır kaldı, ne inek. Sütü  de nahh bulursun bocuk canavarı”  Zemheri ayı … Hrant’ın katilleri bocuk gecelerinde...

24 Ocak kararları ve yaratcılarının canavar ruhları da… Shakespear Jül Sezar adlı oyununda Sezar’ı şöyle konuşturuyor; -“Çevremde tombul adamlar isterim ben, Kafası  rahat, geceleri uyuyan insanlar. Oysa şu Cassius sıska ve aç görünüşlü, Çok düşünüyor: böyle insanlar tehlikelidir” Gazetelerde küresel krizden etkilenmediklerini söyleyen, geceleri rahat uyuyan tombul adamların fotoğrafları... Vee zemheri sabahında devrimcilerin çorba kazanları başında, Ankara ayazı iliklerinde sıska, aç görünüşlü tehlikeli insanlar…

Bocuk canavarı ekranlarda arzı endam etmekte: -“Durmak yok, yola devam.” Bir Cemal Süreya dizesi ise gecede, sanki canavarı tercüme ediyor; –“Ben atımı böyle sürüyorum ya, / Yetişmek için mi, bilmem kaçmak için mi?” Bu bocuk gecelerinde Ankara sokakları, Söğütözü’nden Çukurambar’a Shakespear’in sahnesi gibi. İşte Menenius yurttaşlara sesleniyor; –“Pekâlâ, elinizde ne kadar değnek, çomak varsa hazır edin; / Roma’yla şehrin fareleri savaşa tutuşacak / Ve taraflardan biri kaybedecek.” Oysa savaşa tutuşacak denilen taraflar yan yana, el ele poz veriyorlar kameralara, yüzlerinde yapışık bir gülümseme ve fonda Hamlet’in sesi; –“Var olmak ya da olmamak işte düğüm burada.” Bocuk gecesinde saatler ilerliyor.

İki neoliberal şebek bir aydınlatma direğinin dibinde şarkı söylüyor; –“İzin alıp Cuma namazına deyu maderden / Bir gün uğurlayalım çarkı sitem perverden / Dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan / Gidelim servi revanım yürü Sadabad’a.”

Bocuk canavarının neoliberallerle sorunu yok. Dolanıyor onları ve Edirne’den Kars’a linç kültürünü besliyor. Zemheride, çingeneleri sopalayıp, sürüyor yerlerinden yurtlarından. –“Zaten Roman diye bir şey yoktur, onlar dağda yürürken rom rom diye ses çıkaran Türklerdir” diyor. Sonra köşeyi dönüp  üstüme üstüme geliyor.

Tam gırtlağıma çökecekken, sıçrayıp gözlerimi açıyorum ter içerisinde. Perdelerin arasından süzülerek yüzüme vuran güneş ; “Sil! diyor zemheriyi de bocuk canavarını da. Güzel günler göreceğiz, güneşli, güzel günler.”