2000 yılında hayatını kaybeden Kemal Sunal, ölümünden kısa bir süre önce verdiği bir ayaküstü röportajda “Filmlerim 50 yıl sonra da izlenecek, bunu yazın bir kenara tarih de atın” derken deepfake teknolojisini henüz bilemezdi elbette. Röportajı verdiği tarihten 25 yıl önce, 1970’lerde çekilmiş filmlerinin televizyonlarda reyting rekoru kırmasına dayanarak konuşuyordu. Öyle ya, ölümünden 20 yıl sonra bir reklamda oynayacağını o günlerde kim bilebilirdi? Bir bankanın, 2021’in ilk günü yayına giren ve Kemal Sunal’ı günümüze taşıyan reklamı deepfake teknolojisinin nerelere varacağının bir örneği olarak karşımızda şimdi. Gerçi Kemal Sunal’ı andırmasıyla bilinen oyuncu Mehmet Kurt’un plastik makyaj yapılmış yüzüne uygulanmış deepfake teknolojisinden söz ediyoruz ama Kemal Sunal’a hiç benzemeyen biri de kullanılabilirdi. Benzer birine uygulanan deepfake her şeyi biraz daha gerçekçi yapıyor sadece. Etik ve sanatsal kaygıları bir yana bırakırsak, bu ileride yeni Kemal Sunal filmleri çekmenin teknik olarak olanaklı olduğunu da gösteriyor ve daha önce hayatını kaybetmiş Carrie Fisher’ın (Prenses Leia) son Star Wars filmlerinden birinde yer alması da bir örnek.

Deepfake teknolojisi artık basit kullanıcı uygulamalarına kadar indi. Sadece fotoğrafınızı uygulamaya yükleyerek eğlenceli deepfake videolar üretebilirsiniz. Bu haftaki Köşe Vuruşu’ndaki sorum: Deepfake teknolojisinin adlı adınca ilk konuşulmaya başlandığı 2017 yılından itibaren üretilen felaket senaryoları ne derece gerçek oldu ve oluyor?

PORNODAN SİYASETE

Deepfake’in ilk ve yaygın kullanım alanı porno sektörüydü. Siber güvenlik şirketi DeepTrace’in yaptığı bir araştırmaya göre 2019 ve öncesinde üretilen 15 bin deepfake videonun yüzde 90’ı porno içerikliydi. Yapay öğrenme ve yapay zeka ile birlikte deepfake teknolojisinin de ilerlemesiyle 2020 ABD seçimlerinin bu tür videolarla tamamen manipülasyonun gölgesinde geçeceği şeklinde felaket senaryoları üretildi. Örneğin; bu senaryolar ışığında California Valisi Gavin Newsom 2019 ortalarında iki deepfake yasasını imzalamıştı bile. Birincisi; seçimden 60 gün önce bir siyasinin manipüle edilmiş bir videosunu yayımlamayı yasadışı kılıyordu. İkincisi de deepfake teknolojisiyle porno içeriğe izinsiz yerleştirilmiş herkese dava açma hakkı tanıyordu. Bu yasaların etkisi ve ifade özgürlüğüne ilişkin perspektifi çok tartışıldı elbette. Özellikle, hiciv işleriyle kötü niyetli yapılan videoların sınırı nasıl çizilecekti? Ancak günün sonunda son ABD seçiminde, seçim sonucuna etki edecek kadar büyük bir deepfake vakası yaşanmadı. Ayrıca bu seçimde büyük sosyal medya şirketlerinin içerik üzerindeki hem kullanıcıyı bilinçlendiren hem de algoritmik denetimi biraz daha belirgindi.

TEHLİKE ÇİFT TARAFLI

Evet ABD seçimi öncesindeki felaket senaryoları abartılıydı ve sonuç bize bir şeyler öğretti. Ancak bu ileride hiç olumsuzluk yaşanmayacak anlamına gelmiyor. Kutuplaşmış ve herkesin itimat ettiği kurumların kalmadığı ülkelerde örneğin seçimden kısa süre önce bir deepfake video viral olursa kim neye güvenecek? Daha önemlisi bu teknolojinin varlığı, gerçek videolar için de kolaylıkla “deepfake” diye yalanlama yapılmasını olanaklı kılıyor. Bu durumda iş işten geçmeden hangi kurum bu video “sahtedir” veya “değildir” diyecek de herkes güvenecek? Teknolojinin gelişmesinden daha korkutucu olan bu. Ne yasalarımız buna hazır, ne de insan irrasyonalitesi. Sosyal medya platformlarının deepfake videoları belirleyip kullanıcılara bildireceği teknolojilere yatırım yaptığı biliniyor ama platformların giderek tekelleştiği bir ortamda bundan ne kadar emin olacağız?

Konunun ucu, yeni kuşakların ve eğitimini daha önce tamamlamış olan eski kuşakların dijital medya okuryazarlığına uygun eğitimine dayanıyor. Doğrulama kuruluşları yükseliyor evet, ama herkese hitap etmiyor, gazeteciler yetişiyor ama kutuplaşma ortamında herkesin güvendiği bir gazeteci de kalmadı. Sadece yeni yasalar ve teknolojik önlemler yeterli olmayacak. Bütün eğitim sisteminin dijital medya okuryazarlığı çerçevesinde dönüşümünden önemli bir konu yok. Sözü burada, 2021’de çıkan bir reklamda oynayarak bu konuya dair farkındalık yaratmasını umduğum Kemal Sunal’ın, eski bir filmindeki (Umudumuz Şaban) repliğine bırakıyorum: Şimdi ben buraya neden çıktım? Niçin çıktım? Nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok gördünüz, yürüdüm çıktım! Ama, çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy… Uzakta değildir…