Haziran direnişlerinin çok geride kaldığını mı düşünüyorsunuz? Sokağın sessizleştiğinden, muhalif siyasetin irtifa kaybettiğinden mi yakınıyorsunuz? Basiretsiz siyasi hamlelere, günlük hesaplara, korkan yüzlere bakınca umutsuzluğa mı kapılıyorsunuz? Gezi bir nostalji nesnesine mi dönüştü belleğinizde? Ali İsmail’den Berkin’e özgürlük için hayatını kaybedenler silik bir fotoğraf mı sizin için? Kusura bakmayın eğer öyleyse Haziran›ın isyan ateşine en büyük haksızlığı siz yapıyorsunuz. Neden mi? Çünkü mahallesine polisi sokmayan semt sakinleri, çocuklarını korumak için zincir yapan anneler, apartman kapısını açık bırakan o teyze ve amcalar, hatırlayınca gülümsediğiniz duvar yazılarını yazanlar bir anda buharlaşmadı. Yanı başımızdalar, bizler kadar mevcut durumdan şikâyetçiler, en az bizim kadar saltanat sevdasından, kandan ve gözyaşından nefret ediyorlar. Suskunluklarının bir sebebi var; kendilerini ifade edecek siyaset bulamıyorlar, bedel ödemeye hazır olsalar da tünelin ucunda ışık göremiyorlar. İsyan günlerinin asgari müştereklerde buluşulan çoğulluğunu örgütlemekte yetersiz kaldığımız için hep bunlar! O nedenle vakit kaybetmeden şimdi’den başlamak şart.

AKP’li bir vekil birkaç ay önce "yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde» demişti hatırlarsınız. Bir diğeri de hukuk devleti tartışmalarında «oğlan bizim, kız bizim niye denetleyelim?» buyurmuştu. Kuvvetler ayrılığının memlekette çoktan rafa kaldırıldığının pişkin bir biçimde dile getirilmesiydi bu sözler. Sonrasında malum dokunulmazlıkların kaldırılması meclisten geçti; Saray darbesiyle ülke ‘başbakan’ değiştirdi ve kabine yeniden dizayn edildi. 2013 baharında sokaklara çıkanlar, liberal demokrasinin minimum gerekliliklerinin dahi erozyona uğradığını daha bunlar yaşanmadan fark etmişti. İdrak edilen bir diğer şey anayasal özgürlüklerin çiğnendiği ve meclisin adım adım işlevsizleştirildiğiydi. Mecliste koltukları dolduranların, tabandan gelen özgürlük taleplerini ve şikayetleri siyasi bir mücadeleye dönüştürmekten aciz olduğu ortadaydı. İşte tam o anda, Haziran direnişleri sırasında kurulan park forumları, temsil krizine cevap vermenin pratik yollarından birine dönüştü. Klientalist ağlardan, kirli politik ilişkilerden, sermaye güdümlü siyasi mülahazalardan uzak, herkesin kendini ifade ettiği birer modern agoraydı bu alanlar. Zaman içinde sönümlense de hepimize uygulamalı bir ders bıraktı. Temsil edilemediğini düşünen kitleler, mikro ölçekteki kamusal sorunlardan ülkenin ortak meselelerine kadar geniş bir tartışma ağının parçası olmaya hevesliydi. Meclisin ‘temaşa’ sahasına döndüğü günümüzde halk meclisleri pekala siyaset üretme atölyelerine dönüşebilir. Yeter ki somut sorunlar etrafında eşitlikçi bir katılımı mümkün ve sürekli kılan bir mekanizma inşa edebilelim.

Bugün gündemimizin yakıcı bir parçası, eğitimden sağlığa kamu hizmetlerinin ve ortak yaşamın dini referanslara göre biçimlendirilmesi. Bu gerici saldırının bir bölümü doğrudan devlet kurumları aracılığıyla yapılırken bir bölümü de ‘taşeron’ vakıf ve dernekler marifetiyle yürütülüyor. Ensar ve benzerlerinin oluşturduğu ağ tüm toplumu kuşatıyor. Haziran direnişleri, kamusal yaşam ve hizmetlerin dinselleştirilmeye başladığı dönemde seküler bir siyasi hattın örülebilmesi için de uyarıcı bir işleve sahipti. Direnişler tespitleri, talepleri ve eylemlilik biçimleri açısından doğrudan seküler bir kimliğe sahipti. Hareket, müşterek alanların herhangi bir siyasi odak tarafından belirli bir inanca göre dizayn edilmesini engelleyecek kadar güçlüydü. İsyan alanlarındaki yaşam pratikleri ve dayanışma biçimleri de dünyevi sorunlar ile ancak dünyevi çözüm yollarıyla baş edilebileceğini gösteriyordu.

simdi-bizi-cagiriyor-141851-1.

Gezi bitti ama kent ve doğa mücadelesi sona ermedi. Hareketin kent hakkı ve çevre sorunlarında ortaklaşmayı siyasi mücadelenin önemli bir bileşeni haline getirmesi, ülke genelini kapsayan tekil eylemliliklerin özgüven kazanmasını, birbiriyle eklemlenmesini ve gündemde daha çok yer edinebilmesini sağladı. Cerrattepe direnişinin Artvin ile sınırlı kalmamasının ardında mücadelenin boyutu ve geçmişi kadar Gezi’de oluşan atmosferin bakiyesi de saklı. Zile’de parkına sahip çıkmak için eylem yapan mahallelinin yaşadıkları ile taşocaklarına karşı verilen mücadelenin ortaklaştığı alan, büyükşehirlerle sınırlı olmayan hareketliliğe dair bir farkındalık yarattığı müddetçe siyasi bir sonuca tahvil edilebilecek. Kentli muhalefetin yerel direnişlerle bağı derinleştikçe siyasetin devingenliği şehir meydanlarına sıkışmaktan kurtulacak.

Kiralık işçi yasasının ve özel istihdam bürolarının yasallık kazandığı bu dönemde, 2011-13 arası direnişlerin emek boyutunu da gözden kaçırmamak gerek. Borçlandırılan ve işini kaybetme korkusuyla siyasi olarak pasifize edilmek istenen kitlelerin isyana katılımı, işsiz kalan ya da mezun olduğunda neler karşılaşacağını az çok kestiren kitlelerle buluşmuştu. Haziran direnişlerine Türkiye ölçeğinde baktığımızda benzer bir durumla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Sendikaların kan kaybettiği böylesi bir dönemde emek mücadelesinin, ancak neoliberal İslamcı saldırıyı göğüslemek zorunda kalan diğer hareketlerle ortaklaşarak güçlenebileceğini hatırlatmaktan çekinmeyelim. Sınıf mücadelesini ikincilleştirmeden fakat onu ekoloji, özgürlük ve laiklik mücadelesiyle büyüterek emekçi mahalleleriyle meydanlar arasında, kent ile taşra arasında yeni bağlar kuralım!

Sokakların, meydanların bu denli ıssızlaşmasında hem devletin zor aygıtlarını tam yetkili bir biçimde sahaya sürmesi hem de canlı bomba saldırıları etkili. Hepimize ait dolayısıyla da hiç kimseye ait olmayan alanlarda bir araya gelmek kolektif yaratıcı eylemin olmazsa olmazı. Fakat, başta 10 Ekim olmak üzere son üç yılda deneyimlediklerimiz yaygın korkunun kolektif eylemlilik kapasitesini tırpanladığı yönünde. Kitleler yalnızca polis şiddetinden değil güvenlik güçlerinin yeterli önlemi almaması nedeniyle ortaya çıkan katliamlardan da çekiniyor. Haziran eylemlilikleri bizlere yüz yüze iletişimin, beden bedene mücadelenin, sahici deneyimler paylaşmanın, eyleyerek öğrenmenin olanaklarını sergilemişti. Ülkenin büyük bir hapishaneye dönüştürüldüğü şu günlerde en çok ihtiyaç müşterek alanlarda bir araya gelebileceğimiz ve ortak sorunlar üzerine tartışabileceğimiz etkinlikler düzenlemek. Bir başka ifadeyle hapishane avlusu ile yetinmeyip onun duvarlarının dışına çıkabilmek! Bir kez daha haykıralım, korku imparatorluğunu ancak kolektif özgürlüğün inşası yıkar.

Şimdi bizi çağırıyor. Yaşama, emeğe, doğaya sahip çıkmak için parlamentodaki değişime umut bağlamanın zamanı çoktan geçti. Zira artık bir parlamentodan çok emirerleri çoğunluğu, demokratik hükümetten ziyade meşrutiyet kabinesi var! ‘Mesih’ ya da ‘kahraman’ beklemek de beyhude. Kendini ‘Mesih’ olarak gören zaten Sarayda ikamet etmekte. Öyleyse ertelemeden, şimdi’ye sahip çıkma, şimdi’yi örgütleme, şimdi’nin müşterek bir siyasi alan olması için gayret etme zamanı… Bize apartmanın kapısını açanlar, düştüğümüzde kaldıranlar, parkta tedavi edenler ayakta olduğuna göre mücadele etmek için yeterli sebebimiz var!