Fransa’ya yaz (nihayet) geldi. Buralarda yaz demek, ülkenin dört bir yanını şenlendiren festivaller demek. Organizatörler devlet ve özel sektörden...

Fransa’ya yaz (nihayet) geldi. Buralarda yaz demek, ülkenin dört bir yanını şenlendiren festivaller demek. Organizatörler devlet ve özel sektörden gelen yardımların (haklı olarak) çok azaldığını söylese de, festival sayısına bakılınca, kesintilerin etkileri henüz ortaya çıkmamış gözüküyor. Kesin bir rakam vermek zor olsa da, hesabımıza göre yaklaşık 800 şenlik düzenlenecek. Ancak şimdiden Fransa’nın kültüre ayırdığı örnek bütçe alarm zilleri çalıyor. Zira, sekiz yıldır ülkeyi yöneten sağ hükümetler giderek yerel yönetimlerin bütçelerinde, öncelikle de kültür harcamalarında ciddi gedikler açan bir politika izliyor.
Öyle ki Sosyalist Parti genel sektreteri Martine Aubry, dünyanın en önemli tiyatro buluşması sayılan Avignon festivalinde katıldığı panelde “hükümet ve devlet başkanının kültür dünyasına yaklaşımı bir yandan büyük bir kayıtsızlık, hatta bilgisizlik içeriyor. Ama en acıklısı, hepsi bu insanları sürekli olarak kışkırtıcı, hatta aşağılayıcı bir tutum içindeler” diyordu. Çok da haksız değil, Cumhurbaşkanı Sarkozy “iş yapanları desteklemek istiyorum” ifadesiyle, reyting zenginlerini daha da zengin etmek istediğini belirtmiyor muydu? Aslında, Sarkozy sadece “iş yapanların”, yani kâr edenlerin değerli olduğunu söyleyerek bir bakıma devletin kültüre para yatırmamasını teyit ediyor.
Festivaller her şeye rağmen ve en azından bu sene bir kez daha düzenlenebildi. Ancak hemen belirtelim, en büyük etkinliklerin bazıları bu yıl idare edebilmek için sürelerini kısalttılar. Diğerleri ise yepyeni eserler sunacaklarına, yaratım sayısında kısıtlamaya gittiler. Sonuçta ekonomik kriz dönemlerinin altın kuralı değişmiyor: Kemerleri sıkmaya başlarken önce kültürden kısıtlama yapılıyor. Kültürel tüketimi bir lüks gibi düşünenlerle tartışmanın anlamı yok. Üstelik bunlar hâlâ kültür bütçesi dünyaya parmak ısırtan Fransa’da yaşanırsa, diğer ülkeleri düşünmek imkânsız. Böylece, politikalarda radikal bir değişiklik olmazsa, gelecek yaz bu rakamlara ve etkinlik zenginliğine ulaşmanın imkânsız olduğu konuşuluyor.
Gelelim festivallere… Önce adı geçmişken Avignon Tiyatro Festivali’nden söz edelim kısaca. Avignon’u dünyanın en büyüklerin başına getiren özelliği yenilikçi tiyatronun, hatta gösteri dünyasında avangardın simgesi  olması. Festival, Hortense Archambault ve Vincent Baudriller’nin 2004 yılında yönetime atanmasıyla gerçekten yepyeni bir soluk kazandı. Bu tarihten itibaren alışılagelen uygulama çerçevesinde, bu seneki “ortak sanatçılar” Fransız yazar ve şair Olivier Cadiot ve İsviçreli dramaturg ve müzikolog Christoph Marthaler. 2010 seçkisinde geleneksel, hatta tiyatro eserlerinden ziyade müzik ve dans gösterilerinin yer alması bazılarınca eleştiriliyor. Örneğin programdaki tek klasik tiyatro örneği, Fransa’nın en büyük oyuncularından Denis Podalydes’in başrolünü oynadığı William Shakespeare’in “II. Richard’ın Trajedisi.” Ancak daha da önemlisi, oyunun senografisinin bir Türkiyeli sanatçının, Sarkis’in imzasını taşıması. Oyun festivalin son haftası sahnelenecek ve ektinliği kapatan büyük gösteri olacak. Yerimiz olsaydı daha nice festivalleri anlatmak isterdik. Ancak bir iki tanesine deyinmeden geçmeyelim.
Nüfusu 1500’ü bile bulmayan minik kasaba, Marciac, dünyanın en büyük jazz buluşmalarından birini gerçekleştiriyor. Diana Krall’dan Marcus Miller’e, Ahmad Jamal’dan Wynton Marsalis’e kimler yok ki! Geçtiğimiz yıl en gezilen ve beğenilen sergilerin başında gelen Attila Durak’ın ‘Ebru’ sergisini ağırlayan Arles’daki Fotoğraf Karşılaşmaları bu yıl 41. yaşını kutluyor. En yakın zamanda her birinde Türkiyeli sanatçılarla karşılaşmak en büyük dileğimiz…