#Cehennem’in yönetmen ve oyuncusu Metin Belgin: Devlet Tiyatrosu’nun yapısı ve siyasi otoritenin üzerindeki baskı tartışmaları ayrı konu. Ancak şimdiki yönetim #Cehennem oyununun arkasında durdu. Bu tavır şu an için geçerli, yarın ne olacağını tasarlamak güç

‘Şimdiki yönetim oyunun arkasında’

BUSE KAYNARKAYA

İnternet ve teknoloji bağımlılığından, artık kâğıt kalem kullanarak yazı yazmıyor oluşumuzdan, basılı kitapların yerini elektronik kitapların almaya başladığından bahsedip duruyoruz. İnternetin kişiler üzerindeki psikolojik etkilerinin sanal dünyanın karanlık atmosferi çerçevesinde eleştirildiği bir oyun sahneleniyor bu sezon İstanbul Devlet Tiyatroları’nda: #Cehennem. Oyunu yönetmeni ve oyuncularından Metin Belgin’le konuştuk.

» #Cehennem oyununu sadece yönetmiyor oyunda Sims karakterini canlandırıyorsunuz. Bu oyun ve bu karakter nasıl bir deneyim sizin için?
Her şey dramaturg Özcan Özer’in oyunu okutmasıyla başladı. Heyecanlandım ve mailime düştüğü anda telefondan okudum. Elli yıl sonrasının böyle kurgulanacağını hiç ummamıştım. İnternete girdiğimde paniğe bile kapıldım, sanaldan… Sonra oyunu yönetmeye karar verdim. Cast yapmaya başladım, diğer oyuncuları belirlememe rağmen, Sims’i bulamadım diyelim! Yani Sims/Papa böyle başıma kaldı. Tabii ki hem yönetmek hem de oynamak çılgınlıktı ama seviyorum çılgınlıkları. İçinden ve dışından bakmak! İki yöntemi de iç içe geçirerek çalıştım. Biraz fazla yoruldum o kadar. Tek derdim bu yeni oyunu, günümüzde kullandığımız teknolojik malzemelerle süslemeden, örneğin lazer ışığının büyüsüne kapılmadan, çıplak ve yalın sahneye taşımaktı. Bu yorumumdan geri adım atmadım. Metaforlarla örülü diyalogların çözümlemesi işin zor ama keyifli kısmıydı. Sanal dünyanın sahne üzerinde canlanması en zor tarafı. Batı’daki yapımlara öykünmedim çünkü ben oyunu başka türlü okuyordum. Pedofili metnin öznesi gibi gelmedi bana. Benim için ilginç olan geleceğin karanlığının peşine düşmekti. Diğer karakterlerle gerçekle sanal arasındaki ince çizginin üzerinden yürüyüp, gelecek zamana yolculuk yaptık.

» Sims, savunmasında insanların sanal ortamda özgür kimliklerini yaşamalarının zararsız olduğunu söylüyor. Haley, pedofili gibi bir konuya değinerek insanları rahatsız etmeyi hedeflerken “bireysel özgürlük - insan hakları” çerçevesindeki kısır döngüye de dokunmak istemiş gibi görünüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Haley, nefret ettiğini yazdığını söylüyor ama ortada durmak yerine farklı uçlardan bakabilmeyi başarmış. İşte bu bakış açısı bireysel özgürlüğün nereye kadar olduğunu sorgularken, kendi haklarımızın gerçekliği üzerinde kuşkuya kapılmamızı istiyor. Sorgulayana hak verirken sorgulananın tutarlı ve inandıklarının arkasında duran bir savunma yapması, bizi ters köşeye yatırıyor. Aynı zamanda sorgulayanın ütopyanın peşinde değil, distopyanın hizmetinde olduğuna tanık oluyoruz.

» Sims’in sağladığı özgürlük belli çerçevelerde kısıtlı. Örneğin, Iris doğum günü pastası istediğinde kullanıcıların katılacağı bir kutlamayı reddediyor. Iris’le kendi hayatından paylaştıkları ise birkaç anıdan öteye gitmiyor. Burada özgürlük savunuculuğunun ve tanrısal yaklaşımın (yaratma ve hükmetme) çatıştığı bir ikiyüzlülük var diyebilir miyiz?
Sims, adını sanal dünya oyunundan almış, yani o dünyanın yaratıcılarından diyebiliriz. Yazarın o algıya yönlendirmek için Sims adını koyduğunu düşünüyorum. Yarattığı simülasyonlarla örtük cinselliğinin hazlarını yaşarken, para kazanmaktan da geri duramıyor. Kendi deyişiyle en gelişmiş sanal ortamın hem sahibi hem de oyuncusu. Sosyal ağ yazılımlarının ulaşacağı noktaları işaret ediyor aslında. Şu anda yoksun olan, koku ve dokunmayla farklı boyutların yaratılacağının da habercisi. Kapitalizmin gücünü sergilediği ve sırtına binip pazarladığı teknolojinin, bireyleri tutsak etmesine kadar vardırabiliriz savımızı. Bireysel özgürlüğün sapkınlıkların kuytusuna düşmesine ve paranın etik değerleri satın almasına kadar da… Tanrısal yaklaşım da kudretin karşılığı. Erk, post-modern din ya da dinsizlikle gücünün ötesine geçmeyi hedefliyor. İster tanrısal, ister totaliter kurallar, hipnotize edilmiş kullanıcıların, yani toplumun uymakla yükümlülüğünün altına imza attığı kurallar… Özgürlük uğruna söylenen ya da savunulanların demagoji olmadığını kim söyleyebilir?

» Oyunda, interneti cehenneme çevirenin, insanların karanlık yönleri ve ceza çekmeyecekleri kimliklerin oluşturulmasının yanı sıra varoluşun getirdiği bir şey midir?
Varoluş da çok boyutlu sorgulanıyor oyunda. Gerçekliğin ne kadar gerçek olduğu ilkçağ filozoflarından beri felsefeyi meşgul ediyor. Platon’un mağara alegorisi ‘gölgeler’ üzerinden karşımıza çıkıyor. Metafizik profesörü Doyle karakteri üzerinden de kuantum gizemiyle bilincin köküne iniyoruz. Papa olarak karşımıza çıkan sapkın patron, tanrısal bilmeceyi önümüze koyarken bir yandan da etik özerkliği savunarak otodeterminizmi ortaya atıyor Epikuros’la, Sartre arası… Ve Theodore Roethke’nin bedenle ruhun arasında salınan mistik dizeleri… Oyun bir puzzle gibi, içine yerleştirilmiş bu parçalar da anlatılan hikâyenin temel taşları.

» Oyun, her şeyi tüm yönleriyle veriyor ve bu yönüyle her türlü yoruma açık. Örneğin, Sims’in gerçek hayata bırakıldığında bunun bir hata olduğunu söylemesi gibi. Burada bir sistem eleştirisi olabilir mi?
Polisiye kurgudan baktığımızda, sistemi korumakla yükümlü örgütlerin, yasa koyucuya itaatle bağlı olduğu algısının korkusu ve etkisi altındayken, paradoksun ortasında kalıyoruz. Sorgulama yöntemlerinin travmalar açarak, toplum kurallarının güvencesi gibi bir özgüvenle baskı oluşturarak, zararlıları ortadan kaldırması geçmişten günümüze kanıksanmış bir gerçeklik. Gelecekte sistemin çok daha teknolojik donanımlı bir avcı olacağını kestirmek kâhin olmayı gerektirmiyor. Tüketimin doyumsuz hazzıyla aşılanmış avların talep etme şehvetiyle, doğayı katleden sermayenin ‘yalan’ dünyayı kurgulaması kaçınılmaz. Üstelik orada denetim, gözetim sanal kölelere daha kolay ayar verecek çünkü. Mutsuzlar ve umutsuzlar ordusunun neferleri dürtülerinin kışkırttığı orgazma ulaşırken, parayı yönetenler daha çılgın ve çöküşü hızlandıracak projeler üretmekten kaçınmıyorlar. Ama insanın tragedyası hiç değişmeyecek gibi. İyinin içinden kötüyü yaratan da kendisi. Oyuna dönecek olursak; etik değerler üzerinden çocuk avatarların kurgulandığı ortamın patronunu sorgularken, sorgucunun çocukluk travmalarının etkisinde kendinden geçerek iblisin ta kendisine dönüşmesi, sistemin de kusursuz olamayacağının göstergesi.

» #Cehennem, Devlet Tiyatroları’nda görmeye alışkın olmadığımız yeni dönem oyunlardan ve oyuna pek çok olumlu eleştiri yapıldı. Devlet Tiyatroları’nın böyle farklı oyunlara yer vermeye devam edeceğini öngörebilir miyiz?
Evet, alışkın olmadığımız tür ve içerikte bir oyun. Yeni çalışmalar yapmaktan yanayım, farklı oyunları DT’de seyirciyle buluşturdum. Bunlardan biri de Marius von Mayenburg’un “Çirkin” oyunuydu. Bazı çevreler tarafından, ‘ensest ve toplu seksi öven’ bir oyun olarak algılandı, oysa ciddi bir kapitalizm eleştirisiydi aslında. Patrick Süskind’in “Kontrabas” oyununu 25 sezon önce yönettim ve oynuyorum hâlâ… Devlet Tiyatrosu’nun yapısı ve siyasi otoritenin üzerindeki baskısı hakkında yorum yapmak istemiyorum, o ayrı bir tartışma konusu. Ancak şu kadarını söylemeliyim, şimdiki yönetim #Cehennem oyununun arkasında durdu. Ama bu tavır şu an için geçerli, çünkü bu ülkede yarın ne olacağını tasarlamak güç.