Yüksel Aksu kendi biyografisinden yola çıkarak Türkiye'nin 70'li yıllarını yeni filmi 'İftarlık Gazoz'la resmediyor. Merkezine usta çırak ilişkisini koyan Aksu'nun filminde 12 Eylül'ün izlerini de bulmak mümkün. Geçmişin travmalarınınyaş ilerledikçe bir eser olarak ortaya çıktığını söyleyen Yüksel Aksu "Şimdiki zaman gökten zembille inmedi" diyor. Sizi Yüksel Aksu'yla başbaşa bırakıyoruz

Şimdiki zaman gökten zembille inmedi

Canan Aydın- cananaydin@birgun.net

>>İftarlık Gazoz’un kahramanı ‘Adem.’ Karakterin adı bir tesadüf mü?

Değil. Adem ismini bir manaya tekabül etsin diye bizatihi kullandım. Antik Yunan, Roma mitolojileriyle ilgili fikirlerimiz var ama Antik Ortadoğu mitolojisi ya da kutsal kitaplara sirayet etmiş mitlerin çözümlemesi, yorumlanması gibi bir geleneğe sahip değiliz. Adem filmde imam karakterinin söylediği gibi; mesuliyet, sorumluluk bilinci olan ilk insan.

>Cem Yılmaz’ın canlandırdığı gazozcu ‘Cibar’ın adı nereden geliyor?

Karaktere de tekabül eden birçok anlamı var; çocukluktan yeni çıkmış kişi, kırık çıkık yapan… Ben onu daha çok eğretileme olarak kullandım. Çocukluktan yeni çıkmış belki de çıkamamış anlamında. Filmde de Cibar Kemal karakteri bir çocuk gibiyken çocuk olan çırağı ise olgun bir büyük. Öyle bir tersimleme, kontrast ilişki kurdum. Biz Anadolu’da ‘mıni’yle’ kıni’ gibi deriz. Ama daha entelektüel bir cevap istersen John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ındaki George ve Lennie gibi.

>>>Adem karakterinin bir elinde Yasin diğer elinde Gorki’nin ‘Ekmeğimi Kazanırken’ kitabı var. Burada özellikle vurgulamak istediğiniz bir şey var mı?

Hayır. Kendi hikâyemden yola çıkarak genel olarak 70’li yılların bu coğrafyadaki ahvalini resmetmeye çalıştım. Çocukken Kuran kursuna giderken mahalleden Artemel ya da filme feyz olan Hasan karakteri bana ‘Ekmeğimi Kazanırken’ romanını vermişti. Yeni ekmeğimi kazanmaya başlamıştım. Dondurma satıyordum. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi geleneksel dinsel eğitime gidiyorduk. ‘Ekmeğimi Kazanırken’ ile Kuran okuma sure ezberleme kitabı, ‘La Fontaine’ ve ‘Teksas Tommiks’ yan yanaydı. Bisikletimin arkasında üçü de duruyordu.

simdiki-zaman-gokten-zembille-inmedi-110948-1.

>>>Sizin çocukluğunuz ‘Adem’de saklı o zaman…

Taşrada çocukların gece hayatı sadece Ramazan da özgür olur. Hava karardı mı eve girmek zorundasın, yoksa çımkıyı yersin. Ama Ramazan'da çocuklar için iftarla sahur arası bir özgür alandır; saklanbaç, istop, yakar top vs oynarsın. Topluca gidilen yazlık sinemalarda bitmek bilmeyen çekirdek sesleri; öyle ki çekirdek sesinden hiç efekt duyamazsın, diyalogları zor anlarsın. Topluca sinirlenmeler, ağlamalar, heyecanlanıp ayağı kalkmalar. Mesela ‘Gırbaşın park kahvesinde’ bir televizyon vardı. Bir maç varsa bütün kasaba o gün oraya toplanır gündüzden sandalyeler getirilir, hasırlar serilir maç izlenirdi. Topluca türkü, mani söyleyerek çalışma kültürü. Biraz daha pre-kapitalist dönemlerin kültürü. 70’li yıllar gelenekle modernitenin çakıştığı, popüler kültürle folkun artık karşı karşıya geldiği yıllardır. Sonra merkezi kültür hakim oldu.

>>Filmde de 70’li yılların o coşkulu ve hayat dolu kasabası var. Bir imamın cemaatle ilişkisinden tutun da her yere siyaret etmiş bir hoş görü hakim. Bir sanatçı olarak bugün yaşanan sert ve tahammülsüz süreci nasıl yorumluyorsunuz?

Şimdiki zaman gökten zenbille inmiyor. Zamanın tarihsel daimiyeti ve süreçleri var. Tarih okuyucuların söylediği gibi “Şimdiki zaman dünde saklıdır” gibi.

Gündelik hayatta birbirlerine tahammül edebilen insanlar merkezi siyasal doktorinlerle tahammül edemez hale gelmiş, getirilmiş.70’lerin siyasal tansiyonu metropollerde daha sert, daha çılgınca, daha irrasyonel yaşandı. Taşrada öyle değildi. Taşranın örfi grameri, hukuku var. Bir kavga çıksın ertesi gün babaları barıştırır. Bizim gibi Asyatik toplumlarda, Anadolu’da irice bir kasaba değilse kendiliğinden bir örfi hukuk ve gelenekler bu çatışmaları yumuşattı. Günün sonunda çocukken aynı sırayı paylaştığın ya da aynı takımda top oynadığın insanla ne kadar dövüşebilirsin.

>>Filmin merkezinde bir usta çırak hikâyesi var ancak bir yandan da bir 12 Eylül hikâyesi. Cüneyt Cebenoyan filmin "Ölen devrimciye ağıt" gibi okunabileceğini de yazdı.

Salt politik değil, politik içeriği de olan karnavalesk bir film. Olanı biteni resmediyor ve karakterinin dramı üzerinden bir ülkeye bir kuşağa ağıt yakıyor.

Komedi yapıyorum ama trajikomiktir karakterlerim; tutunamayanlar, yoksullar, yoksunlar, eksiklerdir. Öteki bilinci güçlü, ülkesi için dünyanın iyiliği, hayatın güzelliği için kendisini feda edebilecek insanı 12 Eylül'de bitirdiler. Ülkesini, mahallesi, sokağını, dünyayı onarmaya çalışan bir kuşağı filmin finalindeki gibi topal bıraktılar.
15 yaşında yakalanmış bir ergen olarak bu travmaları içimde dışımda her yerimde hissetim. Kaldı ki 80 sonrası da politik bir hareketin içindeydim. Açıkçası o travmalar, kişiliksizleştirme çabaları, koltuğunun altındaki gazeteye bile tahammül edemeyen polis uygulamaları, yaş ilerledikçe bir eser olarak ortaya çıktı.

>>Film 12 Eylül’de cezaevlerinde sıkça çalınan Müşerref Akay’ın ‘Türkiyem Türkiyem Cennetim’ şarkısıyla açılıyor. Kime yerlerde kameranızla 'Yurtta sulh cihanda sulh’ sözüne odaklanıyorsunuz.

Tüm bunlar tarihsel sürece dair bir anekdot, gerçekçiliğe gönderme. Sen okullara, devlet dairelerine, askeri nizamiyeye ‘Yutta sulh cihan da sulh’ yazıyorsun. Ama ne sulh sağlayabiliyor ne dışarıdan bir dost edinebiliyorsun. Demek ki yurtta sulhu cihan da sulhu yapamamış bir sistemsin. Binlercesini, işkence tezgâhlarından geçirip sonra da yurtta sulhdan bahsetmek ironik geliyor.

***

CEM YILMAZ'A KİMSE STENDAPÇI DEMESİN


>>Cem Yılmaz’ı oyuncu olarak başarılı bulduğunuzu biliyorum. Filmleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cem Yılmaz benden 8 yaş küçük ama onunla film çekmek çocukluk hayalimdi. Güzel Sanatlar sinema bölümünde 24-25 yaşlarındayken Cem ünlü bir oyuncuydu. Onun sinemacılığına saygı duyuyorum. Mizahımız akraba. Filmleri tek boyutlu değil. Bir fars ve grotesk tarzı, bir de sentimental dediğimiz duygusal gerçekçi; o şimdi kavramını bulmuş, melankomik bir adam. Cem’in ‘Her Şey Güzel’ olacak filminde ‘Altan’ bir şehir tutunamayanıyken, Dondurmam Gaymak'taki karakter kasaba tutunamayanıdır. Yüzergezer karakterlerdir. Erdemli değiller ama kötü de değiller. Hokkabaz ile Dondurmam Gaymak akran olurlar. Iphone’un çıktığı dönemde sihirbazlık mı kalmış teknoloji sihir olmuş, şapkadan tavşan çıkarsan ne olur. Dolayısıyla karakterlerimiz kendi hayallerinin peşine düşen, tutunamayanlar. Küstah karakterlerden değil iddialı ama kederli karakterlerden mizah üretiyoruz ikimiz de.

>>Cem Yılmaz, filmlerde 'Altan', Arif oluyor dönüp oradan da Cibar Kemal olabiliyor.

Gestus, Brecht'in bize armağan ettiği önemli bir kavram. Türkiye’deki birçok oyuncu (ustalar hariç) bunu duymamış bile. Gestusu yani toplumsal tavır, oynayacağı karakteri sınıfsal, kültürel, sosyo-ekonomik özelliklerini, ölçüyor biçiyor ve davranış kodlarını, hafızasındaki sandığından çıkartıyor ve kolajlıyor. Yine Brecht'in bize öğrettiği uyum, ekip uyumu ve bir başka şey duygudaşlık. Cem de starlık yapmıyor, gömülüyor oraya ve ahengin içine iştirak ediyor. Etrafındaki köylüleri kendisine çekmek yerine, onlarla beraber bir uyum ve duygu bütünlüğü yaratıp birbirlerini dönüştürmeye hizmet ediyor. Kendine değil projeye hizmet ediyor. Bunlar çok kıymetli şeyler; bu ülkede kıymet denilen şeyin zikredilmesi taraftarıyım. Cem, Lami Çelebi'lere kadar uzanan bir geleneği sürdürüyor. Hiç kimse Cem Yılmaz’a stendapçı demesin. Dümbüllü, Lami Çelebi, Nasrettin Hoca stendap mı yapıyordu?!

***

>>Filmde Ramazan ve ölüm orucunu aynı yerde buluşturmanızın nasıl bir karşılığı var?

Teolojiyle teleoloji arasında ciddi bir akrabalık olduğunu düşünüyorum. Bence teolojiyle teleoloji yani gelecekçilik, erek bilim iç içedir. Teoloji "Hayvan olma, her yere pisleme, nefsine mukayyet ol, sınırlarını bil, sınırlarının bittiği yerde bir başkasının hak ve adeleti başlar" der. İyi insan olursan da sana cenneti vaat eder.

Teleoloji de daha güzel bir dünya, daha demokratik, daha özgür, sömürüsüz savaşsız teleolojisine göre; Hitler'in teleolojisiyle Marks’ın teleolojisi aynı şey değil tabii.
Filmde imam karakteri de söylüyor: Oruç Paganda da, politeizmde, monoteizmde de var. Bütün dinsel ritüellerde oruçla karşılaşıyoruz. Ölüm oruçları da M.Ö. Hindistan’daki Brahmanizm’e kadar uzanan bir protesto biçimi. 16., 17. yüzyılda kadın hareketlerinde de var. 1980’lerde IRA ölüm oruçlarıyla dünyanın gündemine oturdu. Türkiye’de de ölüm orucuna veya açlık grevine girmiş bireyler yetiştirilip kurgulanıp robot gibi ülkeye gönderilmedi. Bu coğrafyadan çıktık. Küçük bir çocuğun oruç tutmasıyla öyle bir serüvene dönüşmesi kendi daimiyetimizle ilgili. Niye öyle bir şeye dönüşüyle ilgili de birçok travmalarımız var.

****

>>Siyasetin en soslu malzemesi din. Öyle ki Diyanet’in fetva hattından “Bir babanın öz kızına şehvet duyması haram değil!” açıklaması yapılabiliyor. Filminizde cami, hoca, ezan dozu fazla mı oldu?

Değil. Filmin adı atıyorum ‘Sevmek Zamanı’ değil, ‘Yol’ değil. Filmin ismi ‘İftarlık Gazoz.’ İftar ne? Bir ramazan ritüeli. Olay ramazanda geçiyor. Karakterimizin hikâyesi ‘İftarlık Gazoz’ isminden dolayı da bir oruç tutma hikâyesi olduğu için doğal olarak siz botanikten değil mecburen dinden bahsetmek zorundasınız. Çünkü eksen, tema bu.

Diğer yandan İslam veya Kuran bir ama Müslümanlık bir sürü. Müslümanlığın aklanması, karalanması gibi bir meselem yok. Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik çok önemli kültürel devrimler uygarlık tarihinde. Kimin eline hangi iktidarın nasıl geçtiğine bakmalı.

***

UNUTTURMAMAK BİZİM KUŞAĞIN GÖREVİ

>>>Cem Yılmaz da nezaketli ve geçmiş güzellikleri filmlerinde yad etmeyi seviyor. Siz de filminizi 2012’de kaybettiğimiz değerli yönetmenlerimizden Yusuf Kurçenli’ye ithaf ediyorsunuz.

İftarlık Gazoz'un temeli, usta-çırak ilişkisi. Yusuf Kurçenli de benim ustam. Ben de onun çırağıydım ve bu temaya uydum. Onu unutturmamak bir çırak olarak bizim kuşağın görevi.