Kasvetli, o döneme ait sıradanlıkta durabilen mükemmel sinematografi, hikâyenin inandırıcılığı, yönetmenin özgün tarzı, oyunculukların harikalığı ile ilk saniyesinden itibaren mıknatıs gibi kendisine bağlayan film.

Şimdiki zamana aitmiş gibi hissettirebilmek

Şilili yönetmen Sebastián Lelio’nun son filmi Mucize (The Wonder) yönetmenin Gloria ve 2017’de kendisine Yabancı Dilde En İyi Film dalında Akademi Ödülü kazandıran filmi Fantastik Kadın (A Fantastic Woman) filmleri ile gösterdiği başarısını devam ettirdiği bir film olmuş. Filmin, İrlanda’da 1845 ve 1852 yıllarında gerçekleşen, yaklaşık bir milyon kişinin ölümü ve göç etmesiyle sonuçlanan kitlesel Gorta Mór’un hemen ardından gelen bir zaman diliminde geçtiğini bilmekte fayda var. İşte böyle bir dönemde İngiliz Nightingale hemşiresi Lib Wright İrlanda’nın bir kasabasına bir gözetleme yapması için davet ediliyor. Gözetlemesi gereken kişi ise dört aydır hiç yemek yemeden hayatta kaldığı iddia edilen yani tanrısal bir mucizeyi gerçekleştirdiğine inanılan 11 yaşındaki Anna.

HA 1862 HA 2022

Mucize, görsel ihtişamı içerisinde, içe kapanık anlatım tarzı ile sözleri az kullandığından gerçekten de çok güçlü oyunculuklarla desteklenmeye muhtaç olan filmlerden. Hikâyesi son derece sakin, yavaş ilerleyen yapıda olmasına karşın içerisinde çok fazla çatışma, fikir, ciddi yüzleşmeler taşıyan bir film. Filmin başkahramanı olan İngiliz hemşire Lib rolünde bu senenin pek çok yapımında izleme fırsatı bulduğumuz, Midsommar, Little Women ve Lady Macbeth filmlerinde başarısını çoktan kanıtlamış olan ve bu sene iddialı bir şekilde Oscar ödülü için kendini ortaya koymaya çalıştığı anlaşılan Florence Pugh bulunuyor. Eş zamanlı olarak gösterebildiği kararlılık ve kırılganlık duygusu, Pugh’nun geniş oyunculuk yelpazesini gösteriyor. Görünen o ki kendisi incelikli ve de güçlü duygusal katmanları hem eş zamanlı hem art arda verebilen derinlikli bir sanatçı.
Küçük kız Anna (Kíla Lord Cassidy) ile olan sahnelerde ikinci oyuncunun birbirleriyle nasıl iyi bir şekilde oynadıklarını izlemek ise son derece keyifliydi. Pugh’nun filme en önemli katkılarından biri duruşu ve performansı ile aslında bir yandan şimdiki zamana da aitmiş gibi hissettirebilmesi. Başkahraman 1800’lerde ataerkin, örgütlü yalanın, dinin ve batıl inançların arasından yolunu açarak geçen bir kadın olsa da, bugüne ait çağdaş biri olarak zifiri karanlığa da yol açıyordu. Bu rol ona Oscar adaylığı getirebilir veya ödüle bir adım daha yaklaştırmış olabilir, göreceğiz.

YAS, BİLİM VE İNANÇ

Hemşire ile birlikte gözetlemeye davet edilen bir de rahibe var, davet edenler de köktendinciler olunca ve bunun üzerine Anna ile ilgili haber yapmak isteyen The Daily Telegraph’dan gazeteci Will (Tom Burke) eklenince, zifiri önyargıları aydınlatmaya çalışan çatışma alanlarının her dönemin alanlarını temsil ettiğini anlıyorsunuz. Bilim ve dini inançların birbirinden hem bu kadar ayrı ama bir o kadar da ilintili olması bugünün dahi hâlâ en cazip tartışma konularından değil mi? Her ne kadar hikâyedeki ana olay, bir mucize mi yoksa yobazların, köktenci ailenin yalanı mı olduğununun ortaya çıkarılması ise de bence insani yanı es geçmemek gerek. İnsanların trajedi ve kayıplarla baş etme yolları farklılık gösterebilir. Kurtuluş ve arınma için değişik ritüeller oluşturulabilir. Hatta acılarla başa çıkabilmenin tek bir yolu olduğunu söylemek bağnazlık olabilir bir anlamda. Gerçekleri ve kanıtları önceleyen bilim de işe yaramayabilir, körü körüne bir inanca tutunmanın yaramayacağı kadar. Ne var ki gelenek ve ritüelleri devam ettirmek için insanların acılarından faydalanan örgütlü çıkar gruplarından kurtulmanın en etkili başlangıç yolu akıl ve bilim ile yas sürecini anlamaya çalışmaktır.

MANYETİK ATMOSFER

Dönem filmlerinde en rahatsızlık veren şey görüntünün fazla dijital durmasıdır. O yüzden The Power of Dog ve Lady Macbeth’den tanıdığımız Ari Wegner’e sinematografinin teslim edilmiş olması harika. Benim de hayranı olduğum bir kadındır kendileri, özellikle In Fabric filminde yaratıcılığına hayran kalmıştım. Arri Alexa LF ile çekilen bu film son derece kendine ait gözüküyor. Dış mekân çekimlerinin doğal ışıkla olması, gerçekçiliğin dozunu artırarak hikâyenin otantik atmosferinin oluşmasına büyük fırsat vermiş. Kasvetli, o döneme ait sıradanlıkta durabilen mükemmel sinematografi, hikâyenin inandırıcılığı, yönetmenin özgün tarzı, oyunculukların harikalığı ile ilk saniyesinden itibaren mıknatıs gibi kendisine bağlayan film ortaya çıkmış. Film, son derece yavaş ve ağırkanlı yapısına zıt bir şekilde son derece sürükleyici ve merak uyandırıcıydı. Zamansızlığı vurgulayan ve hikâye anlatımı filmin anlamına dâhil olmaya çalışan filmin başlama ve bitiş şeklini orijinal değil tuhaf buldum. Sanırım tek olumsuz eleştirim budur filmle ilgili. İyi seyirler.