Bankacı bir arkadaşımın ilginç bir tespiti vardı: İflasın eşiğine gelen, vergi borcu yüksek şirketlerin bahçelerinde her geçen gün daha büyük bayrak asılıyormuş. Arkadaşıma göre bir şirketin batmak üzere olup olmadığını bayrağının heybetinden anlayabilirmişiz.

Bu gözlem hayli şüpheli görünse de simgelerin ihtiyaç anında artan önemini anlatırken sık sık kullanırım. Batık şirketler gibi batık ülkelerde de simgelerin arkasına sığınma eğilimi artar. Varlıklarını ürettikleri krizlere borçlu siyasi güçler, krizlerle birlikte simgelerin (ve oyların) yükseleceğinin bilincindedirler.

Simgeler bir kalemde reddedilemez, tek taraflı hiç reddedilemez. İnönü Stadyumu’nu Vodafone Arena yapmak, Atatürk Havalimanı’nı İstanbul Havalimanı’na taşımak gibi simgesel bir karar. Her simgesel karar rövanşını yaratır. Tez antitez sentez, sentezin “yeni normal” olması, ona karşı yeni bir tez üretmek, tekrar antitez, tekrar sentez döngüsü, iktidar alanını simge savaşına borçlu herkes için “olağan mesai” anlamına gelir.

***

Seksenli yıllarda “tabu devirmek” çok modaydı. Bu moda eşliğinde sosyalizmin birçok simgesi “tabu” diye adlandırıldı ve alkışlar eşliğinde devrildi. Daha sonra sıra “Kemalist” simgelere geldi ve bu tabulara pervasızca saldırılırken de coşkulu alkışlar dinmedi. Okullardaki “Andımız” kaldırılınca gözü yaşlı bir “tabudeviren” “Bu karar faşizme karşı alınmış büyük bir zaferdir” dedi. Gözler o kadar yaşlıydı ki, “Andımız”ın yerine Özgürlüğün Ekolojisi’nin değil, üç kulhuvallah bir elhamın okutulduğu görülmedi. Veya bunu görmek kimsenin işine gelmedi.

Her simgesel karar rövanşını yaratır. Tez antitez sentez, sentezin “yeni normal” olması, ona karşı yeni bir tez üretmek, tekrar antitez, tekrar sentez döngüsü, iktidar alanını simge savaşına borçlu herkes için “olağan mesai” anlamına gelir.

Diyalojik iletişim bir kürsüde olan tüm insanlara olduğu kadar kürsü dokunulmazlığına sahip tüm simgelere karşı da mesafeli. Öte yandan simgeleri terk etmek tek taraflı olmayacağı için iş bir hayli zor. Diyaloğun muhataplarından birinin “Senin simgelerin tartışılabilir ama benim simgelerim tartışılmaz” demesi de diyaloğu bütünüyle anlamsız kılar. Faşistlerin yaptığı tam budur.

***

İktidarını büyük oranda simgelere borçlu olan AKP, altın yumurtlayan tüm simgelerini birer birer kesti ve kesiyor. Başörtüsü böyle bir simgeydi, doksanlardaki o mücadele artık Armine ilanlarındaki huri gibi modellere baktıkça akla gelen nostaljik bir anı. AKP daha yüz yıl ekmeğini yiyebileceği Ayasofya’yı ibadete açarak da tam böyle bir “simge” israfı yaptı. 2019’da bu sorulduğunda “Açmıyoruz çünkü dünyada Müslümanlar’a ve camilere yönelik şiddet eylemleri olabilir” diye yanıt veren Cumhurbaşkanı, Ayasofya ile ilgili Atatürk döneminde alınan kararın, 1934’te hızla gerginleşen dünya siyasetinde Balkanlar ve Kafkaslar’daki milyonlarca Müslüman’ı korumak için alınmış olabileceği ihtimalini bile değerlendirmedi. Konu simge aramaksa, tarih sadece bir erzak deposudur. Canının istediğini alır, istemediğini rafta bırakırsın.

Geçenlerde bir siyasetçinin gençlerle yaptığı uzun bir sohbeti üzüntüyle izledim. Siyasetçi gençlerin yüksek nitelikli işlerde istihdamı için projelerini anlatırken salonda çıt çıkmıyordu. Ancak ilginç bir şekilde ne zaman Atatürk dese alkış kopuyordu. Bir ara iki üç kez Atatürk’ün adını andı ve salon alkışlarla yıkıldı. Şahan Gökbakar’ın Tehlike Çanı parodisi gibi bir durum oldu. Siyasetçi de bu duruma anlam veremedi ve sanırım üzüldü. , Atatürk izlese o da üzülürdü.

***

2019 seçiminde İstanbul, Ankara başta yüzden fazla belediye AKP’den alındı. Bu muazzam güç ne derece verimli kullanıldı bilemiyorum. Biz okumuşlar en çok eğitim sisteminin çöküşünden yakınıyoruz, peki oylarımızla seçilen belediyeler bu açığı kapatmak için neler yaptı ve yapıyor? Böyle bir gündemleri gerçekten oldu mu? Yoksa topu gelişine vurmak ve “eğitim” konusunu bile simgeleştirip içini boşaltmak daha fazla mı tercih edildi?

Zoom gibi platformların etkin kullanımıyla milyonlarca kişiye evlerinden erişmek mümkün. Karşılaştırmalı, eleştirel tarih okumaları, özellikle 1912-1923 arası on bir yılı gün gün öğrenmek ve analiz etmek her aydının, hatta her vatandaşın görevi olmalı. 2023’te bu ülke ne kutlayacak? Daha genişletirsek, İkinci Mahmud’u, Üçüncü Selim’i, iyi kötü her yönüyle Abdülhamid dönemini bilmeden Atatürk nasıl yorumlanabilir? Türkiye yakın tarihini, devrimci mücadeleleri, sınıf hareketlerini veya eğitim hamlelerini görmeden ve göstermeden yeni nesillere nasıl aktarabiliriz? AKP’nin rating kaygısıyla belirlediği sığ gündemlerde boğulmamanın en iyi yollarından biri tarih, felsefe, sosyoloji ağırlıklı entegre bir eğitim programı başlatmak olamaz mı?

***

Her dergi bir fikir limanıdır. Atlas, Atlas Tarih, Magma, Toplumsal Tarih, Hashtag Tarih gibi kıymetli dergiler zorlu koşullarda ayakta durmaya çalışırlarken sosyal demokrat belediyelerden destek görmüyorlar. Oysa bu tip yayınlar yukarıda bahsettiğim eğitim hamlesini sırtlayacak onlarca bilim ve fikir insanının buluşma noktaları. Baş üstünde tutulmaları gerekirken, yarım sayfa ilan bile alamayan bu yayınlar da kapanınca ne yapacağız? Gezi’den beri veto yiyen, filmlerde, dizilerde oynayamayan ve yine de boyun eğmeyen tiyatrocularımız, sanatçılarımız var. Bu insanlara gösterilen vefasızlık aynı zamanda onları örnek alabilecek gelecek kuşakların seçimlerini etkileyecek bir sorumsuzluk değil mi?

CHP’nin açık ara farkla kazandığı “kültürlü” ilçelerin genelinde kültürel faaliyetler şaşırtıcı bir fakirliktedir. Örneğin “Türetim Ekonomisi ve İyiliğin Devrimci Gücü” gibi bir panel pek önemsenmez ama bütünüyle simgeler sömürüsüne dayalı bir gösteri her zaman kapalı gişe oynar. İlahiyat sadece dinle ilgili bir söz değil. “Simge ilahiyatı” duygu satan kurnaz şovmenlerin ve onları pek seven tembel belediye başkanlarının da ekmek kapısı olabilir. Yerel yönetimde kazanılan bunca güce rağmen, sistematik bir eğitim hamlesi için adım atmamış olmak, olgulara değil simgelere yaslanmak değilse nedir?