Sinemanın en özgün ve yaratıcı isimlerinden Werner Herzog, son filminde Japonya’da kurulan yeni bir hizmet sektörünü anlatıyor. Filme de adını veren Aile Saadeti Ltd. (Family Romance LLC), insanlara ‘aile dublörlüğü’ hizmeti sunuyor. Örneğin küçük yaşta babası ölmüş bir ergenin bir gün boyunca parkta gezip birlikte vakit geçirebileceği bir baba kiralayabiliyorsunuz. Dublör babanın belli ölçüde gerçekçi olması gerektiğinden, kiralama başvurusunda bulunan kişi -bu örnekte anne- çocukla babanın yıllar önceki ilişkisinden önemli noktaları oyuncuyla paylaşıyor. Böylece mümkün olduğunca içten bir baba-kız etkileşimi sağlanması amaçlanıyor. Başka bir örnekte, babası alkol sorunundan dolayı düğüne gelemeyen bir gelin için kızın annesi, Aile Saadeti’nden düğünde yer alacak bir baba kiralıyor. Dublör babayla gelin tanışırken kız “Bir baba kiraladığımız için çok mutluyum” diyor.

Filmde çok ilginç başka örnekler var: Başta şirketin kurucusu ve yöneticisi Yuichi Ishii olmak üzere, Aile Saadeti Ltd. çalışanlarını, trenin erken hareket etmesine yol açtığı için müdüründen azar işitecek bir istasyon çalışanının dublörü olarak, piyangodan büyük ikramiye kazanmış bir kadının o kazanma hissini tekrar yaşayabilmesi için müjdeli haberi veren piyango elemanları olarak, meşhur olmak ya da en azından sokakta diğer insanların arasında şöhret hissini yaşamak isteyen bir genç kadının peşinde dolaşan paparazzi olarak izliyoruz.

Ana hikâyeyse, Yuichi Ishii’nin Mahiro adlı 12 yaşındaki kızın babası yerine geçmesi üzerine kurulu. ‘Baba’-kız fırsat buldukça buluşup geziyor, eğleniyorlar. Ama öyle bir an geliyor ki, kız Yuichi’nin gerçek babası olmasını istiyor. Mahiro’nun annesi de Yuichi’ye birlikte yaşama teklifinde bulununca işler iyice sarpa sarmaya başlıyor.

Olayın ilginç yanı, iki tarafın da bu etkileşimin sahte olduğunu bilmesi ama bilmiyor’muş gibi’ yapmasında ortaya çıkıyor. Böylece, simülasyonun vardığı son aşamaya tanıklık ediyoruz.

Sonuçta bu kurmaca bir film elbette, ama aslında Yuichi Ishii gerçek bir karakter, Aile Saadeti Ltd. ise Japonya’da 1990’ların başından beri bu hizmeti sunan çok sayıda şirketten biri. Başlangıçta büyük firmaların personel verimliliğini artırmak amacıyla eğitim çalışmaları yaparken, ailede yaşanan kayıpların çalışanların mutsuzluk ve dolayısıyla verimsizlik nedenlerinin başında geldiğini gören JEC (Japon Verimlilik Şirketi) 1991’de bu hizmeti sunmaya başlamış. Yani bu aslında özünde patronlara sunulan bir hizmet; aç eşeği yürütmek için başının üstünden havuç sarkıtmaya benzeyen bir işlevi var.

Bugün Güney Kore, Fransa ve ABD’de de örnekleri olan bu simülasyon hizmeti artık firmalarla sınırlı değil; Herzog’un filminde de görüldüğü gibi, artık postmodern dünyanın mutsuzluk ve tatminsizliğini gidermek, daha doğrusu bir süreliğine görünmezleştirmek için sarıldığı bir başka can simidiyle karşı karşıyayız.

Kapitalizmin refah yanılsamasını yaygınlaştırmak için kullanılan bu tür simülasyonlara özellikle son 100 yıldır hiç de yabancı değiliz. Ama toplumun simülasyonla ilişkisinin doğası da ürkütücü bir mutasyon geçiriyor: Simülasyon artık rıza gösterilecek değil arzulanacak bir şeye dönüşüyor.

Deezer adlı müzik servisinin son günlerde TV ekranlarında bolca dönen bir reklamı var: Genç kız, çok sıkıcı bir manavdan alışveriş yapmaktadır. Neyse ki kız telefonundaki müzik uygulamasını çalıştırınca manav uzun saçlı, deri ceketli bir ‘rocker’a dönüşür.

Reklamın vaadi açıkça simülasyondur; gerçeklik değil, değişim değil, kulaklıklarınızla içine gömüleceğiniz kendi dünyanızda bir şarkı boyunca mutlu olmak için ‘mış gibi’ yapmak…

Gerçek olanla olmayanın bu kadar kolay yer değiştirebilmesinin, var olmayan bir saadet hakkında var’mış gibi’ yapmanın dehşet verici bir yönü var. Ama şarkı bitecek, simülasyonun mumu da kendi yatsı vaktine erecektir elbet. Sonra yeni mumlar yakılır belki, ama tarih gösteriyor ki, her mum, beraberinde onu söndürecek nefesle gelir.