Bozukluklar sıklaşıyor sayıları hızla artıyor, “simülasyon” adeta bir kaos moduna doğru gidiyor. Marx, Hegel’den gelerek “tarihte olaylar iki kez tekrarlanır; birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak” diyordu. Ancak, bu kez ikincisi de trajedi olacak gibi görünüyor

Simülasyonda sorun var

Ergin Yıldızoğlu

Son zamanlarda çok garip şeyler oluyor. Örneğin, Brexit oylamasından hayır çıkması bekleniyordu, evet çıktı. Clinton’un kazanması bekleniyordu, sandıktan Trump çıktı. Oscar ödül töreninde yanlış bir açıklama yapıldı, “Amazon Web Servisi” dört saatliğine çöktü.

The New Yorker’da Adam Gopnik bu hafta, “Sakın Oscar ödülü töreninde gördüklerimiz bizim bir bilgisayar simülasyonu içinde yaşadığımıza ilişkin savı kanıtlıyor olmasın?” diyordu. Gopnik, New York Üniversitesi’nden felsefe profesörü David Chalmers’ın, kozmoloji alanında ciddi biçimde tartışılan “bizim evrenimiz aslında bir simülasyon olabilir” savına gönderme yapıyor.

Gopnik’e göre normal koşullarda, “Kadının ...ını avuçlarsın” diyen biri devlet başkanı olamaz; en ince ayrıntısına kadar planlanan Oscar gecesinde, “O kazandı, pardon o değil bu kazanmış” durumu yaşanamaz; Netflix, Apple gibi dev şirketler de olmak üzere 180,000 kuruluşun kullandığı ağlara bağlı kapitalizmin düğüm noktalarından biri, milyar dolarlık Amazon Web Servisi dört saat boyunca devreden çıkamaz. Ek olarak, normal koşullarda, biri kalkıp “tüm yetkileri bana verin ama, beni denetlemeyin ki düzen daha demokratik olsun” diyerek oy isteyemez. Öyleyse “simülasyonu” yönetene, yüksek uygarlığın uzmanlarına, bilgisayara, ya da uzaylılara bir şey oldu; simülasyon sürekli hata üretiyor. Biz de “Matrix içinde yaşarken” bu saçmalıklara tanık oluyoruz.

Bu simülasyon savına, benim de aklım yatıyor ama, bir metafor olarak ve Lacan’dan esinlenen bir düzeltmeyle. Simülasyonun çapını dünyadaki uygarlığa kadar daraltıyorum, simülasyonu işleten şeyin yerine sermayeyi koyuyorum. Diğer bir değişle, simülasyonun (uygarlığın) “Reel”inin yerine sermayeyi koyuyorum.

O zaman salt bu son olaylar değil son yıllarda yaşadığımız bir sürü “gariplik” anlaşılır olmaya başlıyor: Sermaye derin bir krizde. Bu yüzden “simülasyonun” istikrarı sık sık bozuluyor, içinde yaşayanlar bu bozukluklara tanık oluyorlar. Dahası bu bozukluklar sıklaşıyor, sayıları hızla artıyor, “simülasyon” adeta bir kaos moduna doğru gidiyor. Marx, Hegel’den gelerek “tarihte olaylar iki kez tekrarlanır; birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak” diyordu. Ancak, bu kez ikincisi de trajedi olacak gibi görünüyor.

“Simülasyonun” ve “Reel”in etkileri
Toplumun (simülasyonun) “Reel”inin etkisini üç düzeyde algılayabiliyoruz: Birincisi ulusal/ küresel ekonomik ilişki ağlarındaki dalgalanmalar. İkincisi bu ekonomik ağları koruyan yeniden üreten siyasi kurumsal yapılar. Üçüncüsü Reel’in etkileri altında şekillenmiş simgesel (ideolojik) evren. Bireylerin dünyayı anlamlandırmasına ve içinde kendi yerlerini bulmasına yardım eden “bilişsel harita”.

Sermayenin krizi bu üç düzeyi de sarsıyor ve dağılmaya, çözülmeye doğru itiyor. “Simülasyon”un içinde yaşayanlar benzer bir duruma 1914 – 1945 arasında, yine sermayenin krizi sırasında tanık olmuşlardı. Bu dönem, o zaman için bir sürü “beklenmedik” gelişme üretti. İki dünya savaşı; biri başarılı (Rusya) biri başarısız (Almanya) proletarya devrimleri; yarı sömürge bir imparatorluk çökerken yol açtığı felaketlerin içinden doğan Modern (kapitalist) Türkiye Cumhuriyeti; İtalyan-Alman Faşizmleri; Yahudi soykırımı, Japon emperyalizminin Çin ve Kore’deki vahşetleri, Çin Devrimi, İspanya İç Savaşı, Yunan İç Savaşı'nın uğradığı ihanet ve ilk atom bombalarının patlamasıyla gezegenin “anroposen” dönemine girmesi...

Bunları yukarda değindiğim düzeye göre tanımlarsak, (1) Mali krizler, korumacılık; (2) İki savaş ve hegemonya değişimi; (3) Liberal burjuva bireyin kimliğinin, bir taraftan gerici (kapitalizm öncesi mükemmel zamanlara nostaljik), kendine otoriter bir reis arayan, ırkçı, soykırımcı, saldırgan bir kimliğe diğer taraftan, kapitalizmin ötesine, sömürüsüz, baskısız, eşitlikçi bir yere geçmeyi amaçlayan ilerici kimliklere dönüşmesi.

Bu olanların hepsine teker teker baktığımızda, karşımıza çıkan açıklamalardan eğer ideolojik ifadeleri kazıyabilirsek geride kalan “boşlukta” yalnızca sermayenin “varlığını” algılayabiliyoruz.

Bugün de “simülasyonda” benzer sarsıntılar istikrarsızlıklar yaşanıyor.

Ekonomik kriz: On yıl önce patlak verip sarsıntıları yaklaşık üç yıl süren mali kriz hâlâ bizimle. Bu mali krizle başlayan bir ekonomik durgunluk (Büyük Resesyon) hâlâ devam ediyor. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün verileri, merkez olgun piyasa ekonomilerinin kamu maliyelerinin batık olduğunu gösteriyor. Şubatın ikinci yarısında açıklanan kimi veriler uluslararası ticaretin büyüme hızının 2016 yılında mali krizden bu yana en düşük düzeye (%1.2) indiğini gösteriyordu. OECD de gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin 2016 yılında sert bir duraklama yaşadığını bildiriyor..
simulasyonda-sorun-var-253272-1.
Bu kez de yine korumacılık yükselmeye, “küreselleşme” (dünya ekonomisinin mali, ticari, ağları) çözülmeye başlıyor: İngiltere, Avrupa Birliği'nden çıkmaya çalışıyor; Trump, ABD’yi Pasifik Bölgesi Serbest Ticaret Anlaşması'ndan çıkardı, Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarına karşı çıkmaya hazırlanıyor. Krizi her ülke aynı şiddette yaşamadığı için de, ülkeler arası ekonomik siyasi gerginlikler artıyor. Örneğin, Avrupa’da Almanya, 2016 yılında dünyanın en büyük ticaret fazlasını üreterek mali kriz öncesinden bile daha güçlü bir performans sergiliyor. Çin ekonomisi hızlı büyüme temposunu sürdürüyor, Asya Pasifik, Afrika ve Latin Amerika’da hatta Avrupa’da ekonomik etkisini artırmaya devam ediyor. ABD’de Trump yönetimi de, ekonomik olarak rekabet edemediği Almanya ve Çin’i döviz manipülasyonu yapmakla suçluyor.

Hegemonya sorunu: ABD hegemonyası istikrarını tamamen kaybetti, giderek etkisini de kaybediyor. Yerel bir güç olan Rusya, ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin iç politikalarını etkilemeyi başarıyor. Bu süreç içinde, dünya haberleşme, haber üretme, bilişim ağları üzerinde ABD ve Avrupa merkezli tekel kırılmaya başlayınca aniden “fake news” histerisi ile karşılaşıyoruz; sanki ABD ve Avrupa merkezleri bugüne kadar hep gerçek haber üretmişler gibi.

Bu gelişmelerin içinde, küresel silah satışlarının son beş yılda, çoğu Ortadoğu ve Doğu Asya’ya olmak üzere, 1989’dan bu yana ilk kez bu kadar hızlı arttığını öğreniyoruz (Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü). Geçen hafta Trump yönetiminin, "savunma harcamalarını 53 milyar dolar artıracağız, artık savaşları kazanmaya başlamamız gerekir” açıklamasına bakarak, savaş kazanmak için önce yeni bir savaş başlatmak gerekir gerçeğinden hareketle yeni savaşlar geliyor diye düşünmek gerekiyor.

“Simülasyonun” yeni insanı
Bilişsel harita: Kapitalizmin, ulusal Keynesçi-kalkınmacı- sosyal demokrat bilişsel haritası, neoliberal küreselleşmenin, hızlandırılmış ve hazlara dayalı tüketim normları altında parçalanmış yerine, özgürlüğün piyasa ilişkisine, insanın salt zevk ilkesiyle yaşayan özsevici bir hayvana indirgendiği, kimlik siyasetiyle, demokrasiyle kapitalizmin ufkunun kapandığı, “kapitalist gerçekçiliğin” nihayet egemen olduğu bir bilişsel haritaya bırakmıştı.

Neoliberal küreselleşme, 1997’de Asya’da, 2008 mali kriziyle sarsıldı. Batı’da kimliklerin bilişsel haritası sarsılmaya başlamadan önce, neoliberal küreselleşme Kuzey Afrika ve Ortadoğu toplumlarına çarptı; gelirken getirdiği “sıcak para”, hızlandırılmış tüketim modeli, bedenlere (özellikle kadın bedenine) hazlara, odaklı imajlar, sosyal hizmetleri yıkan özelleştirmeler, yerli üreticiyi çökerten serbestleştirmeler, insanların yaşamlarını, değerlerini alt üst ederek, post-kolonyal ulusalcı, kalkınmacı, modernist bilişsel haritayı bozunca, siyasal İslam yükselmeye, Ortadoğu’yu yangın yerine çeviren emperyalist savaşların etkisiyle radikal, hatta nihilist biçimler sergilemeye, İslamcı terörizm olarak “Batı'ya” ulaşmaya başladı.

Avrupa’da, genel olarak Batı’da da bireyin bilişsel haritasının dağılmaya başlamasında, esas olarak üç etken rol oynadı. Neoliberal küreselleşme döneminde, emekçi sınıflardan, sermayenin en üst kesimine doğru başlayan servet transferi, mali krizle birlikte, hızlanarak, malum “yüzde biri”, halkın gözleri önünde, “binde bir”e dönüştürdü.

Batı'ya ulaşan terörist saldırıları bahane eden ABD ve Avrupa devletleri adeta birer iç güvenlik - “Big Brother”- devletine dönüştüler. Ancak bu sırada, Sosyal Medya, Wikileaks, Snowden olayları, Al Jazeera, Rusya’nın televizyon kanalı RT, Batı devletlerinin haber üretimi ve dolaşımı üzerindeki tekelini kırmaya başladı, Batı’nın söylemlerine olan güveni sarstı.

Devletlere güven sarsılırken, kapitalist sınıfın krizini yönetemeyen seçkinlerine, uzmanlarına karşı da bir güvensizlik, hatta nefret dalgası yükseldi. Bu dalga, emperyalist savaş ve komplolarla yangın yerine çevrilen, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan fışkıran büyük göç dalgasıyla birleşince. Neoliberal küreselleşmeci kapitalizmin bilişsel haritası da çözülerek, yerini etnik-milliyetçi, yabancı düşmanı ırkçı ve otoriter lider arzusunu besleyen yeni bir haritaya bırakmaya başladı.

Kısacası, yüz yıl önce iki dünya savaşına, giderek faşizme, soykırımlara yol açan ekonomik, politik dinamikler ve kimlik biçimler son on yılda yeniden şekillenmeye başladı. Bu kez hem şekillenmeye başlayan “olay alanı” çok daha geniş çaplı, adeta küresel. Teknolojik gelişmelerin, yükselen güçlerin yıkım kapasitesi daha büyük. Bu kez trajedinin çok daha büyük olma olasılığını artıran bir etken daha var.

Geçen sefer, kapitalizmin ufkunu aşmaya kararlı, alternatifini hayal edebilen bir sosyalist işçi hareketi hızla yükseliyordu. Bugün işçi hareketi çok zayıf. Sol hareket ise demokrasi ve kimlik siyaseti içinde, her türlü şiddeti -terörizmle özdeşleştirip- reddetmeyi kabullenmiş, devlet şiddetini kanıksamış, marjinalleşmiş, kapitalizme alternatif bir yaşamı tasarlayabilecek hayal gücünden yoksun, “kapitalist gerçekçiliğe” saplanmış durumda.