“Soru çıkmayacak konuyu çalışmayalım. Para kazanılmayacak işlere girmeyelim. Lüzumsuz bilgiyi öğrenmeyelim.”

“Soru çıkmayacak konuyu çalışmayalım. Para kazanılmayacak işlere girmeyelim. Lüzumsuz bilgiyi öğrenmeyelim.” Hepsi iyi hoş da, ileride neyin lüzumlu olacağını ya da neyin işe yarayacağını şimdiden nasıl anlıyorsunuz, onu çözemedim. Bu “ileride bir işe yarar” ya da “belki lazım olur” cümlesi, ilk duyuşta, annelerimizin evden atmaya kıyamadığı naylon poşetler, paket ipleri ya da kutucukları aklıma getirir. Ama dikkat etmeliyim, karıştırmamalıyım. Üretilmiş nesnelere verilen emeğin değerini bilmekten kaynaklanan bu geleneksel değer bilirliği, verilen emekten bağımsız bir işe yararlıktan ayrı düşünmeliyim.

Ciğeri beş para etmezlerin, değerleri kaç para edeceği ya da ne işimize yarayacağı üzerinden ölçtüğü bir dünyada yaşıyoruz. Eh, öyleyse, el örgüsü kazağı giymemiş, uğraşılıp pişirilmiş bir yemeği yememiş çocuklarımız elbette sınavda soru gelmeyen konuları öğrenmek istemezler. Normal. Normal, ama kötü.
 
***

Televizyon seyir defteri: Bu hafta televizyona baktığım günler oldu. Gözüme çarpan acayipliklerden ikisini yazayım.

ÖSYM’nin beceriksizliğine mazeret bulmaya çalışırken cümle kurmayı bile beceremediklerini gördüğümüz ‘eğitimci’lerin çocuklarımızın girdiği sınavları hazırlayan ya da herhangi bir okulda öğretmenlik yapan kişiler olduğunu düşünmek bile korkutucu bir rüya gibi (Çiğdem Anad’ın Perşembe NTV programında).  Bence bu işlerde siyasi kasıt ya da şark işi esnaf kurnazlığı aramak yerine, bu işlerdeki yetkilileri öğrencilerin girdiği sınavlara sokup, bir ölçme değerlendirme yapmak en uygunu. Ayrıca, ÖSYM ve her türlü sınav özelleştirilmeli. İyi para eder. Hem “Amerika’da bile böyle”.

Rimsky Korsakoff sendromu. 1996’da yeni öğrendiğimiz adıyla ‘Tufan’ operasyonu öncesindeki ölüm oruçlarına katılanlarda beslenme yetersizliği sonucu ağır bilişsel kayıplarla giden beyin hastalığı oluştu: Korsakoff sendromu. Bu hastalığın adını besteci Rimsky Korsakoff’un Rimsky’si ile süslemek nereden akla geldi? (NTV Ana Haber Çarşamba).
 
***
 
Yapmamız gereken: Münakaşa mı, münazara mı?

Münazara kelimesini, babamın katıldığı münazara müsabakalarını Hukuk Fakültesi anılarında anlatışından hatırlıyorum. Daha sonra İngilizce eğitim hayatımda ağırlık kazanınca, münazara yerine ‘debate’ kelimesi ağzıma yerleşti. “Nedir, tanımla” deseniz, bir çeşit “kendi görüşünün doğruluğunu başkasına kabul ettirme süreci” diyebiliriz. İknanın bir çeşidi mi? ‘Görüşümüzün doğru olduğuna inanmasak bile’ bunu yapabilmek gibi bir fark var. Bilimsel tartışmanın bir münazara havasında yapıldığını sandığım bir dönemden sonra, hakikati bulmakta münazaranın pek bir yeri olmadığı kanısına vardım. İkna olmaya kapalı bir ikna sürecinin, gerçeğe ulaşma şansı ve hedefi yoktu. Tarafların kendi görüşünü değiştirme olasılığı içermeyen bir tartışmaya neden tartışma diyoruz? Bunu siyaset, sol içi ayrılıklar, nükleer enerji meseleleri, tıp ya da şifalı bitkiler konulu her tartışma için sorabiliriz.