Neymiş efendim, akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş, bedenin başı değiştirilince ayaklar rahat edecekmiş. Eskilerin sözlerini papağan gibi tekrarlayıp duruyorlar. O yüzden ayaklar şimdi kendilerine fellik fellik yeni bir baş arıyor. Fakat mevcut baş hâlâ yerinde; ondan kurtulup kurtulamayacakları da belli değil. Uzuvların en büyük sorunu, kendilerine tahsis edilen yerlere çivilenmiş olmaları; ayak olmaya o kadar alıştılar ki yerlerini değiştirebilecekleri, başka bir organa dönüşebilecekleri akıllarının ucundan geçmiyor. Geçmişte yerlerini terk edip çeşitli organlara dönüşen, hatta baş bile olan ayaklar görülmüştü. Bunun üzerine eskiler hemen yeni bir atasözü uydurdular: “Ayaklar baş olunca kıyamet kopar”. Kıyamet kopuyordu kopmasına ama bu kıyamet beden olarak inşa edilmiş devletin kıyametiydi, halkın değil. Devleti insan bedeni şeklinde tanımlayan Salisbury’li John, hükümdarı baş, halkı da ayak pozisyonuna yerleştirmişti. Uzuvlar yerlerini terk edip, iktidarın hiyerarşik beden tahayyülünü alt üst ettiklerinde iktidar kıyametini yaşıyor, halk ise karnavalını. Guy Depord 18 Mart 1871’de gerçekleşen Paris Komünü’nü, “19’uncu yüzyılın en büyük karnavalı” olarak tanımlamıştı.

***

Beden eski beden. Kimbilir bu zamana kadar kaç baş değiştirdi ama uzuvların derdi bir türlü bitmedi. Ne zaman bedende sıkıntılar ortaya çıksa ilk akıllarına gelen baş, mutlaka değiştirilmeli. Fakat La Fontaine’in fablından, uzuvların geçmişte başa değil, mideye isyan ettiklerini öğreniyoruz. Kökeni Ezop’a dayanan ‘Mide ve Uzuvlar’ masalında uzuvlar, “bütün emeğimizi sömürüyor bu mide, bırakalım işi gücü biz de yan gelip oturalım, onun gibi” demişler ve hiçbir iş yapmamaya karar vermişler. Fakat çok geçmeden beslenemedikleri için bitkin düşmüşler. Sonunda anlamışlar ki mide “herkesin ortak çıkarına” çalışan bir krallıktır: “Herkes onun için çalışır, ama o da herkesi besler.” Fabl, Menenius’un aynı masalı ayaklanan halka anlatmasıyla son bulur: “Halk senatodan kopacak olmuş bir ara;/ her şey onun, diyormuş başkaldıranlar:/ İktidar, hazineler, şanlar, şerefler;/ Bütün yükse bizim sırtımızda:/ Vergiler, mergiler, savaşlar, dertler./ Halk surların dışında birikmiş;/ Birçoğu başka yerlere göç etmek üzereymiş./ İşte Menenius tam o sırada/ Gitmiş anlatmış onlara/ Bu ünlü masalda mideye başkaldıran/ uzuvlara benzediklerini/ Ve işlerine döndürmüş hepsini.”

***

Tarihçi Livius’a göre olay İ.Ö. 494’te geçiyor. Roma’dan ayrılmaya karar veren plebler, Menenius Agrippa’nın onlara bu masalı anlatması üzerine kararlarından vazgeçmişler ve Menenius da Roma Cumhuriyeti’ne konsül seçilmiş. Uzuvlar ne zaman isyan etseler ya da bedeni terk etmeye karar verseler, iktidar masal anlatarak onları tekrar kendi bedenine bağlamayı beceriyor. İktidarın uzuvlar olmadan ayakta ve hayatta kalması mümkün değil; kollar, eller, bacaklar, ayaklar. Tebaası olmayan bir iktidar yaşar mı? İktidarı koruyan duvarlar tebaasının bedenleriyle inşa edilmiştir. Beden, kale duvarları anlamına da gelir: “Kalenin bedenleri/ Beden eski beden/ Çevirin gidenleri/ Senin derdin neden.” Belki de bu türkü plebler için yakılmıştı. Manenius kenti terk edenleri çevirmiş, “Sahi, sizin derdiniz nedir?” diye sormuş olmalı; konsül seçildiğine göre ayaklar mutlaka başın değiştirilmesini istemiştir.

İktidarın bedenine monte edilmiş ayakların derdi biter mi? Akıllanmak yerine akıllı bir baş aramaya devam edecekler. Oysa La Fontaine fablda, asıl meselenin baş değil, mide olduğunu anlatmış; iktidar midedir. İktidarın bedeni, bir ucunda ağız, diğer ucunda anüs bulunan, yeryüzünün bolluğunu tüketip farklılıklarını sindiren, dokunduğu her şeyi dışkıya çeviren devasa bir sindirim borusu. Neymiş efendim, balık baştan kokarmış. Toplumsal beden baştan değil, ayaklardan kokar. Varlığının nedeni sömürmek ve sindirmek olan iktidar, kendini taşıttıracak ayaklar bulduğunda toplum da kokuşmaya başlamıştır. Kokuşan uzuvlar değil mi bu sömürgen aygıtı taşıyan, besleyen, koruyan, çoğaltan? Uzuvlar terk etse iktidar çökecek. Terk edemezler, özgür olmak cesaret ister. Birey olarak yan yana durabildikleri, hiyerarşik olmayan toplumsal bir beden yaratıp yer ve işlev değiştirebilen organlara dönüştükleri özgür zamanları da olmuştu, hatırlar mısınız?