İrlandalı şarkıcı Sinead O’connor malumunuz Müslüman oldu ve Şuheda adını almaya karar verdi. Kendisini hep kazılı saçlarıyla protest tavırlarıyla tanıyageldik. Benim jenerasyonum O’Connor’ın “nothing compares to you” şarkısıyla büyüdü. Çoğu kişi şarkıyı aşk şarkısı sandı, ama şarkı aslında İrlanda’da olaylar sırasında ölen kardeşi için yazılmış bir ağıttı. O’Connor’ın hayatı hep gel gitli oldu, son zamanlarda bipolar bozukluğu olduğu, zaman zaman ortadan kaybolduğu, günlerce bulunamadığı haberleriyle zaman zaman gündeme geliyordu.

Şimdi Müslüman olmaya karar vermiş, başını örtmüş. Hatta bir de Müslüman olur olmaz kadınlar da ezan okusun diye sosyal medyada bir challenge kampanyası başlattı. İslam’a girişi de, hareketli oldu anlayacağınız.

İşin benim dikkatimi çeken tarafı bu tür gelişmelere İslamcıların verdiği tepki. Yeni Akit gazetesi Sinead O’Connor’un Müslümanlığa geçişini uzun uzun haber yaptı, internet sitesinde O’Connor’ın Kelime-i Şahadet getirdiği anların videosunu yayımladı. Haber Yeni Şafak, Akşam’da da yer aldı. Sosyal medyada Recep Tayyip Erdoğan avatarlılar O’Connor’ı koruma kollama, savunma pozisyonuna geçti.

Dinler günün sonunda birer dogma ve her bir din en doğrusunun kendi olduğu iddiasında. Dolayısıyla o dine doğmayan, sonradan o dine geçenler, dinin mensupları tarafında takdir ediliyor, kendi inançlarının doğruluk hanesine sanki bir tik daha atılıyor. Hele hele bu kişiler tanınmış kişilerse etkisi daha da fazla oluyor. “En doğrusu bizim inancımız, işte gördünüz mü, şu şu kişi de sonunda bizim inancımızım en doğrusu olduğunu anladı” hissiyatı yaratıyor.

Ne var ki sonradan Müslüman olan Hıristiyanlar ve İslamcıların buna verdiği tepkilerde değişik bir ton daha var.

Türk İslamcıları antiemperyalizmi şimdilerde keşfediyor. Bunu da Batı ve Batı’dan gelen her düşünce sistemine ve prensibe düşmanlık olarak yeniden üretiyor. Bir yandan nefret ediyor bir yandan da nefret ettiği bu odak tarafından fark edilmek, görülmek, önemsenmek istiyor. Kendine yerli ve milli diyen bu neo-İslamcılığın Batı ile hayli problemli bir ilişkisi var. Aslında kendisini Batı ve Batılıyla eşit görmüyor; kendini üstün, ayrıcalıklı ve daha doğru gördüğünü hep tekrar ediyor ama içten içe kendisini sürekli biçimde Batı’ya ispat çabası var.

İçten içe düşmanlık beslediği Batı medeniyetinden takdir görmek neo-İslamcılar için büyük önem taşıyor. Kıskanıyorlar, çekemiyorlar derken, Türkiye ile ilgili herhangi bir Batılı gazete ya da televizyonda yer alan haber ve yorum neo-İslamcı basında mutlaka yer buluyor. “Trump Erdoğan’ın elini sıktı. 15 dakika sohbet etti” diye memlekette bayram havası esiyor. Merkel Erdoğan’ı Almanya’ya çağırdı diye hava atılıyor. Bu durum tam Nietzche’nin “man of resentment” tanımına uyuyor. Merak edenler konuyla ilgili daha detaylı okumalar yapabilir.

İslam’ı seçen Hıristiyanlar tam da bu çerçevede yankı buluyor. Buradaki Müslümanlar Batı tarafından doğrulanmış, takdir görmüş hissediyor. Cat Stevens bu örneklerin en eskisi ve daha başka bir zamana ait. Sinead O’Connor meselesine benzeyen bir başka örnek de Lindsay Lohan örneği mesela. Çoğu zaman kafası aşırı güzel olan ayakta durmakta zorlanan Lindsay Lohan, Suriyelilerle ilgili projeler için Türkiye’ye getirildi. Başörtüsü taktı, Beştepe’de Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi, Türkiye’yi övdü falan. Yarı sarhoş bu kadıncağıza bunlar yaptırılırken, satır aralarında işlenen hep, Batı’nın artık Türkiye’yi ne kadar takdir ettiği falandı. Lohan en son Rusya’da Suriyeli mülteci bir ailenin çocuğunu sokakta alıkoymaya çalışırken aile tarafından saldırıya uğradı. Başörtüsü takıyor, ama henüz Müslüman olmadığını söylüyor. Epey şenlikli bir kişilik. Burada başörtüsü taktı diye bayağı aklı başında insan muamelesi gördü, bir de cebini doldurdu.

Kendine yerli ve milli diyen neo-İslamcılık Batı’nın sembolü olarak gördüğü kişilerden kurumlardan aferin almak, takdir görmek istiyor. Ne ironiktir ki Batı diye kendince tanımladığı şeyi aslında hiç tanımıyor.