2002 yılından beri, zatı şahanelerinin ulusal kanallardaki konuşma süresine bakıldığında, toplam açısından 28 Avrupa Birliği ülkesinin başbakanlarından daha fazla tek başına konuşmuştur.
Zatı şahanelerinin konuşmaları tek başına verilen nutuklardan oluşmaktadır. Diğer siyasi parti liderleriyle, karşılıklı ve canlı yayında siyasi tartışma denilen hiçbir konuşması yoktur (Deniz Baykal ile konuştuğunda seçim olmamıştı ve başbakan değildi).
Zatı şahaneleri Türkiye’ye, halka, evlerinin içine girerek tek başına nutuk atıyor. Sonra da açıkça söylüyor, Türkiye’de sistem fiili olarak değişmiştir, şimdi bunun hukuki altyapısını hazırlamak gerekir.
Bu denli tekil ve bu denli yoğun bir şekilde, 20. ve 21. yüzyılda hiçbir siyasi figür halkla doğrudan iletişim kuramadı. Bu denli Türkiye’de hiçbir siyasi lider “alternatifsiz ve tek taraflı” halkı sürekli güdüleyici, sindirici, cezalandırıcı, siyasi tarih hakkında mütemadiyen itham edici şekilde konuşmadı.
Bunun adı, bütün sinemacılar net olarak bilir ki: Beyin yıkamadır. Bunun adı net olarak, toplumun ayarlarıyla ve ortak algısıyla, kamusal bilinçle oynamadır ve toplum bir bütün olarak merkezi gündem bombardımanı altında gündemsizleşmiş, bunalmış ve sinmiştir, zihinsel olarak tartışma kültürünün kendisi ölmüştür.
Zatı şahanelerinin eleştirmenleri büyük oranda ya gündeme alınmayarak, ya işinden olarak, ya da sahte belgelere dayanılarak hukuki zorbalıkla susturulmuştur. On yıllık bir dönem için, basından ve medyadan hiçbir sistematik ve alternatif söylem çıkmadı. İktidarın bu kadar monolitikleşmesi ve sesin hükmedici ve tek tip olması aslında bir toplum için felaket habercisi gibidir.
Aynı nedenle, enteresan ses kayıtları çıktığında, bunlar kamusal olarak son derece sınırlı gündeme geldi. Bazıları sosyal medyaya büyük önem atfedebilir, ama ne yazık ki Türkiye sivil bir ülke değildir.
II.
Şimdi bu koşullarda, birkaç yıl geriye gidelim, Boğaziçi Üniversitesi’nde Nuri Bilge Ceylan ile söyleşi yapılıyor, salonda Gencay Gürsoy kendisine soruyor:
“Hekim olarak Anadolu insanıyla deneyimlerim, bir araya geldiklerinde, hemen siyasi konuşmalara daldıkları, kasabalarındaki güç ilişkilerini açığa çıkarmaya çalıştıkları ya da istifade etmenin yollarını aradıklarını gösteriyor. Ama sizin Bir Zamanlar Anadolu’da filminizde hiç siyasetten söz edilmiyor, hatta Türkiye’nin sosyal olgularının hiçbirisi adıyla sanıyla filmde yer almıyor.”
El cevap: Bu siyasi tartışmaların hiçbiri kalıcı değil, Türkiye’de on yıl sonra hepsi unutulur gider. Onun yerine ben manda yoğurdunu anlattım, o daha kalıcı.
Düşüncem mi ne bu yanıt üzerine? Sanat tarihi için utanç verici bir açıklama ve zerre kadar da gerçeklikle alakası yok. Üstelik sistemle uyuşmanın, sistem için zararsızlaştırmanın, sanatın doğasından toplumsal işlevine kadar bütün önemli fikirleri görmezden gelen, kendisinin de inanmadığı bir yalan. Hem de Marx’ın ifadesiyle, “kasıtlı bir yalan”. Hiçbir önemli romancı ya da sinemacı bunu söylemez ve hiçbir önemli sanatçı böylesine tuhaf kaçamak yanıtlar vermez. Manda yoğurdunun daha kalıcı olduğunu söylemek ya da buna inanmak için bir nedenimiz yok, milleti manda yerine koymanın da hiç anlamı yok, bunu yalanla süslemek ise bir sanatçıya hiç yakışmaz.
Sonra elbette, şu Kültür Bakanlığı destekleri, filmlerin TRT’ye satılması, festivallerde bırakın yarışma ödüllerini, aynı zamanda festivalde gala yapmak için bile yüksek ücretler alınması…
İşin gerçeği şu: Türkiye’de 1960-80 arasındaki iki figür, Yılmaz Güney ve Yaşar Kemal’in yerine 1990’dan günümüze iki isim monte edildi, iki zararsız ve uzlaşımcı figür: Nuri Bilge Ceylan ve Orhan Pamuk.
Ne Yılmaz Güney ne de Yaşar Kemal’e ulusal basında bu kadar çok söz hakkı verilmiştir, eğer kendi yazıları ve fikirlerini yayımlamasını katmıyorsak tabii! Çünkü her ikisi de kendi fikirlerini yayımladılar ve bunun bedelini de üstlendiler. Ne de bu insanlar iktidar için zararsız insanlardı. İkisinin de sanatçı kimlikleri yerine, neredeyse bir spagetti westernin “cool” figürünün gelmesi, halkın içine inmeyi bile kendilerine zül saymaları olağan bir şey olamaz!?
Eğer merkezdeki çok konuşuyorsa, halka seslenecek sanatçı ya onu sus diyecektir, ya da sükût ikrardan gelir anlamında biat edecektir. Bazılarının sandığı gibi bu onun “cool” olmasından değildir.